Temmuz 28, 2010

Bir tatlı huzur aldım Ege’den

Blogu takip edenler bilir Akçay diye başladığım tatilimin çoğunu Akçay etrafındaki yerleri keşfederek geçirdim. Görmek istediğim birkaç yere gidemedim ama Ege’nin mis gibi kekik kokusunu soludum. Mehtabını özlemişim onu da görmeden gelmedim. Gezdim, yazdım sonra döndüm evim İstanbul’a. Geride bıraktığım işime gücüme. Bu aralar kafam bir dünya, elimde küçük bir çanta tam gezgin oldum. Sırada ne var bilinmez ama sanki Ege yolları bana yine göz kırpıyor.


pencereden ege
Fotoğraf: Özlem Üçüncüoğlu

Temmuz 23, 2010

Ege Keşifleri- Cunda, Alibey Cunda Beach

Cuma kalabalığında Ortunç'ta yer bulamayınca Cunda'da nereye gidelim derdine düştük ama bu telaş çok uzun sürmedi. Alibey Club limana geldiğinizde marina arkasında yeldeğirmeni kumsalında çimlere yayılmış minderleri, locaları, havuzu ve deniziyle sizi bekliyor.

Tesis iki hafta önce açılmış. Personeli çok canayakın ve hızlı. Restaurantı olduğu için yemeğinizi de burada yiyebilirsiniz. Oldukça cömert porsiyonlarda gelen yemekler bizden geçer not aldı.

Tek sorun denizi... Bütün hafta Kadırga Koyu, Ortunç gibi plajlarda yüzdükten sonra buranın denizi bizi pek açmadı. Ama merak etmeyin havuzu var ve tesisin sunduğu konfor bu açığı kapatmak için yeterli. Havuzdan çıkıp çimenlerin üzerindeki minderlere kendimizi bırakmayı ve güneşten kaçıp localarda uyuklamayı pek sevdik. Çaldıkları müzikler de ayrı bir güzel.

Sabah telaştan fotoğraf makinemi evde unuttuğum için telefonum kameram oldu ve bu kareleri çekti. Bu arada unutmadan giriş 20 TL.

CB8

CB7

CB9

CB10

Temmuz 20, 2010

Ege Keşifleri- Cunda, Ortunç Club

Cumartesi gününden beri Akçay’da kalıyorum ama daha Akçay’da denize giremedim. En son kendimizi Cunda’da bulduk ve mavi bayraklı Ortunç Club’a gittik. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine önce Dersal’a gittik ama orası bizi pek açmadı. Sonra Ortunç Club’u keşfettik. Aslında 30 yıldır açık olan işletme bu sene ciddi bir tadilata girmiş ve Ortunç Plajı Ortunç Club olmuş. Daha önceki halini bilmiyorum ama bu Club hali pek bir güzel olmuş. Aslında otel olan Ortunç Club, günü birlik misafirler için de çok iyi bir seçenek. Giriş ücreti 50 TL. 20 TL giriş ücreti olarak alınıyor 30 TL ise hesabınıza yükleniyor. Yediğiniz içtiğiniz bu 30 TL’den düşülüyor. Fiyatı önce çok gelebilir ama inanın ortamı, denizi, yemekleri bu fiyata değer. Sadece servisi ile ilgili biraz sıkıntı yaşadık lakin çok yavaşlardı. Ama insan tatilde olmaya görsün bu bile canımızı sıkmadı.

Otelde kalanlarla sohbet ederken öğrendik ki odaları çok güzelmiş. İki kişi bir günlük fiyatı 400 TL. Denizi çok güzel, zaten mavi bayraklı. Genelde çok soğuk olduğu ile ilgili bir sürü şikayet duyduk ama ben soğuk deniz sever biri olarak halimden çok memnundum. Yemekleri ise ayrı güzel. Hepimiz farklı farklı yemekler yedik ve hepsi birbirinden lezzetliydi. Ben karamelize soğanlı, kurutulmuş domates, ceviz ve mozarella’lı pizza yedim. Hmmm.... Çoook lezzetliydi. Bir daha gidersem kesin yine aynı pizzadan yerim.

Ortunç Club’a ulaşım Cunda merkezden taksi ya da araba ile mümkün. Gözden uzak olması ile epey ün yapmış sanırım çünkü bir çok ünlüyü misafir etmiş. Benim şansıma Ozan Güven ve Melisa Sözen ordaydı. Sizin şansınıza kim çıkar bilmiyorum.



Ortunc 1

Temmuz 18, 2010

Ben bugün balık oldum, Kadırga Koyu’nda yüzdüm

Assos’a en son ayak basmamın üstünden 13 yıl geçmiş. Zaman nasıl uçup gitmiş, daha dün gibi Kadırga Koyu’nda su alacak bir bakkal bulamadığımız günler. Şimdi sahil boyunca bir sürü plaj, market, restaurant emrinize amade. Mavi bayraklı denizi o kadar güzeldi ki bütün gün denizden çıkmadım, balık oldum yüzdüm yüzdümmm....

Evimize dönmeden önce Behramkale’ye ve Assos antik kente uğramadan edemedik. Assos M.Ö. yedinci yüzyıldan beri ayakta. Tarihi evlerden oluşan köyde, Ortaçağ mimarisinin örnekleri içinde dolandık durduk. Mimarisi Dubrovnik’in mimarisine çok benziyor (çok daha küçüğü tabii). Assos’un tarihini okurken ünlü filozof Aristoteles'in burada evlendiğini öğrendim.

Güneş en güzel Behramkale'de batarmış. Ben güneş batımını yakalayamadım ama size biraz Assos havası getirdim.

Bu arada yolu Assos'a düşecek olanlara duyurulur, 22-25 Temmuz tarihleri arası Assos Athena Festivali var.

midilliye karsi

midilliye karsi 2

assos liman

behram 2

behram el emegi

annemin gozlugu 2

Fotoğraflar: Özlem Üçüncüoğlu

Temmuz 17, 2010

Gelecek Kimliksizdir - Panelden Sergiye Hussein Chalayan

Perşembe günü İstanbul Moda Akademisi’nin düzenlediği paneldeHüseyin Çağlayan, Ece Sükan ve Gülay Hasdoğan moda tasarımı ve endüstriyel tasarım üzerine bir sohbet gerçekleştirdi. Hüseyin Çağlayan’ın panelinden aklımda kalan en çarpıcı cümlede bu yazının başlığını oluşturdu. Konuşmasının birçok yerinde kimliksizliğe ve kimlik yaratmaya değinen sanatçı, tasarımcı belki de bir bakıma filozof, yarattığı yaratıcı kimliği ile çok güzel işlere imza atmış.

Ben fotoğraf çekmekle meşgulken Styletricks de notlar almakla meşguldü. Daha ayrıntılı notlar için Styletricks’in blogunu ziyaret etmeniz yeterli.

Panelden sonra soluğu İstanbul Modern’deki Hüseyin Çağlayan 1994-2010 sergisinde aldık. Çok çarpıcı eserlerin sergilendiği sergi beni önce hüzünlü bir moda soksada serginin sonuna doğru sergilenen SS 2008 Readings ve AW 2007 Airborne eserleriyle beni benden aldı. Sergi 24 Ekim’e kadar gezilebilir. Lütfen kaçırmayın, bir Türk olarak çok gurur duyacaksınız!


ece huseyin

ece sukan

Temmuz 13, 2010

Buda-Tuna-Peşte

Gidenler bilir Doğu Avrupa şehirlerinin çok kasvetli bir havası vardır. Aralarında çok güzel şehirler olmasına rağmen kasvetli hava ve gotik binalar yüzünden birçoğuna ısınamadım bir türlü. Ama Budapeşte’nin ayrı bir yeri vardır gönlümde.

Diğer Doğu Avrupa şehirleri gibi Budapeşte’de komunizmden ve kasvetli havadan nasibini almış olsa da güneşli havalarda bu şehir çok güzel gözükür. Tuna’nın ikiye ayırdığı Buda ve Peşte şehrin iki farklı yüzü. Buda yani eski şehir oldukça tepelik ve şehrin zenginlerine ev sahipliği yapıyor. Peşte ise Budapeşte’nin yeni yüzü. Şehrin bu kısmı 19. yüzyılda inşa edilmeye başlamış ve çok güzel binalardan oluşuyor. Buda kalesi ile karşı karşıya bakan güzelim Parlemento binası ve Opera Binası Peşte’de. Zincir Köprü (Chain Bridge) şehrin en belirgin yapılarından biri. Bence Budapeşte en güzel görüntüyü güneş battığında Buda kalesinin tepesinden veriyor. Uzun süre Osmanlı egemenliğinde kalmış bu ülkede Türk Hamamları çok meşhur. Hatta turizme ciddi bir katkısı var. Budapeşte Avrupa’nın en büyük termal kaynağına sahip. Ben pek hamam sevmediğim için yanına bile uğramadım ama gidenler, görenler, sevenler anlata anlata bitiremezler.

Macaristan tarihinden bugüne kalan bir alışkanlık Macarların bira ile herhangi bir kutlama yapmamaları. Sanırım yeni kuşak bunu artık ciddiye almıyor ama bundan 11 yıl önce bu alışkanlığı inatla uygulayan son Macar ile kadeh kaldırmaya çalışırken elim havada kalakalmıştım. Daha sonra hikayeyi anlattılarda biraz rahatladım. 1848-49 yıllarında Macaristan İhtilalinde Macarlar Avusturyalılara karşı savaşı kaybetmiş. Avusturya ordusuda bunu bira içerek kutlamış. O günden sonra Macarlar 150 yıl boyunca hiç bir kutlamalarını bira ile yapmamış.

Macaristan’ı ilk ve son defa 1999 yılında gördüm. Bu sene yolum bir kere daha düşsün diye hummalı bir çalışma içindeyim ama ne kadar başarılı olabilirim bilemiyorum. Maalesef 99dan bugüne pek fotoğraf kalmamış. O yüzden şimdilik internetten bulduğum fotoğraflarla idare etmek durumundayım.

budapeste_kopru

www.yeniresim.com_-_lke_Resimleri_-_Macaristan_Parlemanto_Binas

Temmuz 12, 2010

Kapalı Çarşı

Tarihi yarımadayı oldum olası çok sevmişimdir. Şehrin neresinden baktığım farketmez, her yerden ayrı güzel gözükür. Vapurla Kadıköy’den Eminönü’ne geçerken ayrı bir güzel, Galata Kulesi’nin tepesinden ayrı... Cumartesi günü yabancı misafirlerimize Kapalı Çarşı’yı gezdirirken inanılmaz bir yağmur yağmaya başladı. Bizde tam bir halı dükkanının en üst katında halılara bakarken, dükkanın sahibi ‘Kapalı Çarşıyı hiç tepeden gördünüz mü?’ diye sordu ve perdeleri açıp bize manzarayı gösterdi. Hepimizin fotoğraflardan aşina olduğu bu manzarayı yağmur altında görünce gözlerime inanamadım. Gri bulutlar çarşının üstünde kasvetli bir hava yaratmıştı ama sanki farklı bir zamandan çıkmış bir sahne vardı karşımda. Yanımda fotoğraf makinem olmadığı için kendi kendime çok söylendim ama nafile. Cep telefonum ile çektiğim zavallı fotoğrafı buraya koymamaya karar verdim.

Rengarenk dükkanlardan mı yoksa tarihi dokusundan mı bilmiyorum ama kapısından girer girmez farklı bir havaya giriyorum. Çarşıdaki herşey benim olsun istiyorum...


k carsi o

Temmuz 05, 2010

Paris'in Tatlıları

Paris denilince aklıma inanılmaz tatlıları geliyor. Kim “Paris’e gidiyoruz” dese mutlaka ekler ye, milföy ye yok efendim sıcak çikolata iç, macaronlarını dene demekten bir hal oluyorum. Fransa’nın Patisserie kültürü benim gibi tatlı aşıkları için yaratılmış resmen. Ne hikmettir bilinmez Paris’te tatlı yemekten şeker komasına girecek kıvama gelirim ama hiç kilo almam. O yüzden Paris’i free zone ilan ettim.

Yolu Paris’e düşecek olanlar, bu tatlıları kaçırmayın!



macaron french chocolate

d-chocolate-eclaire

Temmuz 02, 2010

Kitaplarım

Montaigne Denemeler’inde kitaplar için şöyle der: İki alışveriş (dostluk ve aşk) raslantılara ve başkalarına bağlıdır; biri aramakla bulunmaz kolay kolay, öteki yaşla solar gider. Onun için yaşamımı doldurup doyuramazdı onlar. Üçüncü alışveriş, kitaplarla kurduğumuz ilişkidir ki daha sağlam ve daha çok bizimdir. Ötekilerin başka üstünlükleri vardır ama bu üçüncüsü daha sürekli ve daha kolayca yararlıdır. Ömür boyu yanı başımda, her yerde elimin altındadır.

Ara sıra Montaigne’i elime alıp karıştırırım. Geçenlerde kitaplar bölümünü okurken sizlere benim yanı başımda duran canım kitaplarımdan bahsetmek istedim. Yatağımın ucunda, elimin altında, kitaplığımda baş köşede olan kitap listem aslında çok da uzun değil. Bazıları ilham almak için sürekli karıştırdığım kitaplar, bir kısmı ise yeni okuyormuş gibi sürekli okuduklarım.

Sizi bilemem ama bana bazen gelirler (meşhur heyheylerim) ve aylarca elime kitap almam. Sonra o dönem biter ve haftada iki üç kitap bitirir kıvama gelirim. Şimdilerde de bu haldeyim. Elimde sürekli bir kitap arkamdan atlı koşturuyormuş gibi hızlı hızlı okuyorum.

Neyse gelelim yanı başımdaki kitaplara;

Bu yazıya konu yaratan Montaigne Denemeler

Tom Robbins ve Parfümün Dansı

Paulo Coelho ve Simyacı (gerçi tüm kitaplarını çok severim ama Simyacı her canım sıkıldığında açıp tekrar tekrar okuduğum bir kitap.)

Listeye yeni katılan Neale Donald Walsch ve Conversations with God serisi

Son olarak Bernard Shaw: Gülen Düşünceler. Shaw der ki "Bu dünyada ilerleyen kişiler, kolları sıvayıp istedikleri ortamı arayan, bulamayınca da yaratan kişilerdir". Şimdi gel de tekrar tekrar okuma kitabı!

books of 3

books of 2