Temmuz 31, 2012

Hannah Zakari

Hannah Zakari aslında kulağa bir insan ismi gibi geliyor, öyle değil mi? Ama aslında Japonca "hanazakari" kelimesinden türetilmiş ve "çiçek açmak" anlamına geliyor. Dünyada 150 değişik sanatçıdan toplanılan ürünleri bir arada satan bir yer. Rachael Lamb'ın sahip olduğu mağaza 2004 yılında internet üzerinden hayata geçmiş. Daha sonra 2010 yılında Edinburgh'da ki mağazasını açmış. İçeride aksesuardan çantaya, takıdan kırtasiyeye kadar birçok ürün çeşidi görebilirsiniz. Çok keyifli bir mağaza. Biraz aralara gizlenmiş olsada bulup gezmeye değer. Hem burada fiyatlar gayet uygun.

www.hz.co.uk

Şapka meraklılarına - Fabhatrix

Yazın kullanamasam da kışın pek kafamdan çıkarmadığım aksesuarlardan biridir şapka, İngiltere malumunuz şapka kültürü çok gelişmiş bir memleket. Burada düğüne, cenazeye şapkasız gidilmez. Edinburgh'da gezinirken keşfettiğimiz bu mağaza birbirinden güzel modelleri ve yerel markası ile mutlaka uğranması gereken bir yer. Sadece bayanlar için değil erkekler için de çok güzel modeller var. Tek eksi yanı biraz pahalı olması. Ben iki şapka beğendim ama ancak bir tanesini alabildim. Belki İngiliz olsaydım ve benim de bir şapka kültürüm olsaydı durum farklı olurdu.

Fabhatrix bir İskoç markası. Bütün şapkalar mağazanın alt katındaki atölyede yapılıyor. Sizin de anlayacağınız üzere fabrikasyon değil tamamen el yapımı. Çok da kalabalık değil sadece beş kişilik bir ekipler. Mağazanın sahibi ilk defa 1983'de bir festivale katılarak bu işe başlamış. Daha sonra 2002 yılında da bu mağazayı açmış.

Sordum, öğrendim dünyanın her yerine gönderim yapıyorlar. Eğer bir şapka beğenirseniz tek yapmanız gereken bilgisayarınızın başına oturmak. Eğer kendi şapkamı kendim yaparım derseniz, markanın workshop ları da var. Bilginize...





fotoğraflar www.fabhatrix.com sitesinden alınmıştır.

Temmuz 30, 2012

NESS - Edinburgh'da dizayn edilmiş, İskoçya'dan ilham almış

Mağazanın içine girip kendimden geçmediğim sürece pek moda, mağaza üzerine yazmam. Yazamam daha doğrusu çünkü modaya çok hakim bir insan değilim. Onu çok güzel yazan arkadaşlarım var, onları takip ediyorum. Ama bu yazıyla beraber yazacağım üç mağazayı mutlaka sizlerle paylaşmak istedim. 

Ness, 1996'da Edinburgh'da kurulmuş. O meşhur İskoç tarzını almış, allamış pullamış ve çok güzel bir koleksiyon yapmış. Olur da buralara yolunuz düşer ve İskoçya'dan kendime birşey alayım, bana oraları da hatırlatsın derseniz Ness sizin mağazanız.

Ben yağmur botlarına, çantalara ve elbiselere bayıldım. 


Ortaya karışık bir kaset lütfen - bir de uygun bir içki çok makbule geçer *Yaratıcı siteler*

Yeni keşfettiğim siteler huzurlarınızda

İlki Everyone's Mixtape. 
Modunuza göre müzik dinlemek için birebir. 
Hatta youtube'dan istediğiniz şarkıyı istediğiniz kategorinin altına koyarak kendi listenizi oluşturabiliyorsunuz.
Çok keyifli olmuş !

www.everyonesmixtape.com

İkincisi de oldukça yaratıcı.
Ne dinlediğinizi kutucuğa yazıyorsunuz; kutucuk da size o şarkıyla hangi içki iyi gider onu söylüyor.
Partiler için süper çözüm :)

www.drinkify.org


Yurtdışında gezinirken kime ne kadar bahşiş vermeli diye düşünenlerden misiniz ?

Bu çok faydalı bilgiyi hemen sizinle paylaşmak istedim.


Temmuz 25, 2012

Dünyayı nereye kadar keşfedebilirim ?

O kadar seviyorum ki gezmeyi, yeni yerler yeni kültürler keşfetmeyi. Ama ömrüm dünyanın ne kadarını keşfetmeme yeter bilmiyorum. O yüzden paylaşımlar çok önemli. Giden gören anlatsın, yazsın, çizsin ki fiziksel olarak yetemesek de dünyayı keşfe devam edelim.

Bu fotoğraflar Bolivya'da Salar de Uyuni'de çekilmiş. Deniz seviyesinin 11.995 feet üzerinde bulunan bu tuz çölüne yağmur yağınca ortaya fotoğraf adına çok güzel eserler çıkmış. Biraz önce paylaştığım Imgur Galerisi'ndeki en iyi fotoğraflardan birinin de içinde bulunduğu bu kareler bende biraz kıskançlık yaratmadı desem yalan olur. Bende istiyorum Bolivya'ya gitmek !




Imgur ve 2012'nin fotoğrafları

2012'nin ilk yarısını devirmişken Imgur Gallery yılın en iyi fotoğraflarını yayınlamış. İçlerinde çoooook beğendiğim ya da çok beğendiğim fotoğraflar var. Çoooook beğendiklerimden bir kaç tanesini burada sizlerle paylaşmak istedim.

Daha çok fotoğraf görmek isteyen www.imgur.com sitesini ziyaret edebilir.

Deniz atı kendini keşfederken

Bana da nasip olur mu kuzey ışıklarını görmek acaba ?

İsviçre'de iki nehir birleşirken...

Meşhur güneş tutulması... Astrolojik olarak epey bir etki yaratmıştı hayatımda :)

Temmuz 24, 2012

Aralarından seçip almak lazım

Bu sene o kadar yağmur gördük ki Londra'da, özellikle yaz aylarında, şemsiyelere karşı bir nevi algıda seçicilik geliştirdim. Pek sevmiyoruz ailecek şemsiye kullanmayı gerçi ama kullanırken biraz eğlenirsek belki fikrimiz değişir.
Fuck the rain umbrella
The backpack umbrella


Sky umbrella

Dualbrella

Temmuz 23, 2012

Eski çirkin ördek yavrusu - Bristol

Lonely Planet Bristol için bir zamanlar İngiltere şehirlerinin çirkin kardeşiydi der. Gerçekten de Bath, Londra ya da Manchester'a kıyasla pek dikkat çekmeyen, bir nevi çirkin ördek yavrusu Bristol, küllerinden tekrar doğmuş ve günümüz şeklini almış. 2. Dünya Savaşında epey zarar görmüş. Şehri yeniden kurarlarken de artık bu çirkin ördek yavrusu kaderinden kurtulmuş ve ciddi bir renovasyona gitmişler. Denizin bir şehirde neler değiştirdiğini iyi bilenlerden biri olarak, şehir merkezinde deniz kıyısı olmasa da Bristol'ı gezerken okyanus havasını soluyabiliyorsunuz. Bu da bir şehire güzellik katmak için iyi bir başlangıç.
Bristol'da gün batımı
Fotoğraf: Özlem Ekenler
1843 yılında Brunel tarafından dizayn edilen SS Great Britain gemisi Bristol'ın en güzel turist destinasyonlarından biri. Odalar her detay göz önünde bulundurularak restore edilmiş geminin su altında nasıl durduğunu dahi görebiliyorsunuz. Bir başka Brunel imzasını da Clifton Suspension Bridge taşıyor. Gerçi Brunel'in ömrü bu köprüyü bitirmeye yetmemiş ve onun yerine ve onuruna iki mimar köprünün inşaatını tamamlamış. Köprüyü rehber eşliğinde gezmenizi öneririm. Mayıs ve Ekim ayları arasında her Cumartesi-Pazar günleri saat 15.00'da rehber eşliğinde ücretsiz köprü gezisine katılabilirsiniz. Biraz eski İngiliz ev yaşamını koklamak isteyenlere Georgian House tavsiye edilir. Sanat meraklıları için ise Arnolfini Art Centre biçilmiş kaftan. Yakın zamanda giderseniz ikinci kattaki duvarda bizim yazdığımız bir yazıyı da görebilirsiniz. Mevlana'nın sesini duyurduk ve duvara şöyle yazdık "Love is the reason, love is the goal". Kafesini de özellikle tavsiye ederim. Hem yemekleri hem kahvesi hem de fiyatları güzel. İngilitere'de güzel kahve bulmak biraz zor. O yüzden bulunca insanlık namına mutlaka bir yerlerde bulduğunuz yeri yazmak gerekir diye düşünüyorum.

Clifton Suspension Bridge
Fotoğraf : Ertuğ Ekenler

Son olarak Banksy'nin Bristol'lı olduğunu hatırlatmak isterim. Banksy kim miydi ? Aşağıdaki graffitileri yapan arkadaş. Şehirde Banksy turu yapabilirsiniz. Eğer ne nerede görmek isterseniz turist danışma ofisinde 0.50 pound a rehberler satılıyor. Bristol sokakları çok güzel graffitiler ile süslü. Meraklılarına duyurulur.


Bristol sokaklarında rastlayacağınız Banksy graffitilerinden bir tanesi
Fotoğraf : Özlem Ekenler
Bristol bence iki günlük gezi için ideal bir yer. Bir gün az gelir, üçüncü gün sıkıntıdan boğulabilirsiniz ama iki gün çok ideal. Londra'dan yaklaşık iki saatlik tren yolculuğu ile Bristol'a ulaşılabilir. Bu arada söylemeden edemeyeceğim, şehirin gay belediye başkanı Bristol'a çok eğlenceli bir hava katmış.

Haftasonu rastgeldiğimiz Gay Parade'den bir görüntü
Fotoğraf : Özlem Ekenler

Sinemaya mı gitsek ?


Aşağıda gördüğünüz Tayland Kudu Adası'nda Scheeren tarafından dizayn edilen Archipelago Sineması.
Hani olur da yolunuz düşer burada film seyrederseniz filan bir haber verin de kıskançlıktan çatlayalım.

Fotoğraf ICON dergisi, Ağustos 2012 sayısından alınmıştır.

Temmuz 19, 2012

Shakespeare ve Güzel Şehri



Shakespeare... Anlaması zor adam ! Lisede okumuştuk. İngiliz Edebiyatı dersinde. Kendisini anlamak için ayrıca bir sözlük lazım. Ben nedense severim Shakespeare'i. Bana müzik gibi gelir karakterlerinin konuşması. Biraz müzikal gibi ama müziksiz olanından. 


Geçen hafta doğduğu ve öldüğü yer olan Stratford-upon-Avon'a gittim. Çok keyifli bir yer olduğunu yazının başında hemen belirtmek istiyorum. Çok şirin bir kasaba burası. Evler, dükkanlar, her yerde Shakespeare. Günübirlik gezi için biçilmiş kaftan.

Gezinize Shakespeare'in doğduğu evden başlayın. Size tavsiyem tüm evler için toplu bilet almanız. 21 pound olan bu bilet herhangi bir Shakespeare evinden alınabilir. Bütün evlere giriş ve buralardaki kafelerde %30 indirim sağlıyor. Bir sene boyunca da geçerli bir bilet. Yani olurda bir sene içinde yolunuz buraya birden fazla düşerse paranızın karşılığını gani gani alırsınız. Çoğu ev (toplam beş tane var) ve Shakespeare ve ailesinin gömülü olduğu kilise şehrin içinde olduğu için her yer yürüme mesafesinde.  


Size sırasıyla (yani benim izlediğim sırayla) bu evleri tanıtmak istiyorum. Artık hangisi ilginizi çekerse aralarından seçersiniz. Ama iki tanesi kesinlikle görülmesi gerekiyor; Shakespeare'in doğduğu ev ve karısı Anne Hathaway'in (evet ismi doğru duydunuz) evi. Neyse buyrun liste burada


Shakespeare's Birthplace: Yazarın doğduğu ev. Evin içinde fotoğraf çekimi yasak ama bahçede çekim yapabiliyorsunuz. Her köşesinde bir rehber var. Size dönemle ve yazarla ilgili bir sürü ilginç bilgi veriyorlar. Denk gelirseniz bahçede canlı Shakespeare performansı da izleyebilirsiniz. Çıkışta çok güzel bir dükkan sizi bekliyor. Burası tüm evler içinde en iyi hediyelikçi dükkanı olan yer. O yüzden alışveriş yapacaksanız buradan yapın. Bir sonraki evde ne var diye beklemeyin çünkü birşey yok. 


Nash's House & New Place: Shakespeare'in son yaşadığı ev. Bu evden geriye çok fazla birşey kalmadığı için size arkeolojik kalıntıları gösteriyorlar. Burada da bir rehber sizi bekliyor. Size evde yaşayanların ve evin başından geçenlerin hikayesini anlatıyor. 


Holy Trinity Church: Burası Shakespeare ve ailesinin gömülü olduğu kilise. Bu kilise saydığım 5 ev içinde sayılmıyor. Kiliseye giriş ücretsiz ama Shakespeare'in mezarının olduğu bölmeye girmek için 2 pound ödüyorsunuz.


Hall's Croft: Shakespeare'in kızının ve kocasının yaşadığı ev.


Anne Hathaway's Cottage: Burası rüya gibi bir yer. Çok güzel br bahçenin içinden geçtikten sonra karşınızda gördüğünüz klübe buram buram İngiliz tarihi kokuyor. Yanlız bir konuya dikkat, burası şehrin biraz dışında kalıyor. Epey bir yürüme yolu var ama benim gibi ara sokaklara, daracık patikalara dalıp etrafı keşfederek yürürseniz çok keyifli bir yol. 


Mary Arden's Farm: Eski Tudor çiftliği. 1570lerin havasını koklamak isteyenler için.




Her evin açılış ve kapanış saatleri farklı. Size tavsiyem gitmeden internet sitesine bir göz atmanız. Eğer evlerden sadece bir iki tanesini görmek istiyorsanız o zaman toplu bilet almayın.  Son olarak hatırlatmakta yarar var burası yazın ve haftasonları çok kalabalık olabiliyormuş. Siz tatil için gelirseniz hafta içi bir vakit seçin kendinize. 


LOVE FROM ONE SIDE HURTS, BUT LOVE FROM TWO SIDES HEALS

As You Like It Act III, Scene IV

Shakespeare

Not: Tüm fotoğraflar bendenize aittir. Kaynak göstermeden kullanılmaması önemle rica olunur.

Temmuz 18, 2012

Değişim sabittir - Vol II

Bu başlığı daha önce atmıştım. İnsan değişmez diye diretenlere gıcık olduğum bir dönem yazılmış bir yazının başlığıydı hatırlıyorum. Halbuki sabit olan tek şey herşeyin sürekli bir değişim halinde olması, öyle değil mi ?

18 Temmuz uyandığım andan itibaren bana inatla birşey söylemeye çalışan bir gün gibi geldi bana. Sabah "how I met your mother" dizisini seyrederken farketmemiştim ama gün ilerledikçe daha da bariz olmaya başladı bu mesaj. Dizinin bugünkü konusu değişim üzerineydi. Hayatın nasıl değiştiği, o değişimi nasıl istemediğimiz, değişime nasıl karşı geldiğimiz ve tahmin edeceğiniz üzere en sonunda değişime nasıl ayak uydurduğumuzu kısa ve komik bir dizide görmüş olduk.

Öğleden sonra bir kitapçıda kitaplara bakarken daha önce "Tanrı ile Sohbet" kitabından tanıdığım Neale Donald Walsch'ın başka bir kitabı gözüme çarptı. Türkçeye "Dünya Hızla Değişiyor Ya Sen?" olarak çevrilmiş kitabın bence tam tercümesi "Herşey değiştiğinde, herşeyi değiştir" (When everything changes, change everything) olmalıydı. Neyse konumuz bu değil tabi. Kitaba kısaca göz attım (aslında yarım saat kadar kitapçının yerine çöküp kitabı okuyabildiğim kadar okudum). Kısaca ne dediğini söylemek istiyorum "değişim kaçınılmaz. siz ne yaparsanız yapın herşey değişecek. iyisi mi siz bu değişime ayak uydurun". Daha sonra nasıl ayak uydurabileceğinize ilişkin yazılar ve tavsiyeler ile devam ediyor kitap.

Son olarak da takip ettiğim bloglardan birinde birkaç saat önce bu aşağıdaki resme rastladım. Adaptasyon başlığını atmış yazan. Bana inanılmaz inatçı bir ağaç izlenimi verdi. Nasıl bir inat etmekse sanki "siz ne yaparsanız yapın ben burdayım" demiş sonra da eklemiş "ben yolumu bulur, bu değişime ayak uydururum. görün bakın!"

Kimileri tesadüf der kimileri daha ruhani bir duruma bağlar.... Ben bilinçaltıma bağlı algıda seçicilik olduğunu düşünüyorum. Bu senenin başında astrolojiden iyi anlayan bir arkadaşım haritama bakıp bana demişti ki "değişime karşı çıkma sakın. hayatla kavga etme. ne olacaksa olacak. sen iyisi mi ayak uydurmaya bak". Üstünden yedi ay geçmiş ama ben bugün hatırladım arkadaşımın bu cümlesini.

Beni tanıyan bilir ben hep hayatla kavga ederdim, küçükken bile... Aklıma yatmayanı bir türlü içime sindiremezdim. Acaba değişim vakti geldi mi ? ya da çoktan geçti mi ? :)


Hayatınıza ekstra 10 yıl katmak

Jane McGonigal'ın bu videosunu geçenlerde seyredip çok beğenmiştim
Umarım sizde beğenirsiniz
Bu arada TED izlemeyi resmen adet haline getirdik. Herkese tavsiye edilir !


Temmuz 16, 2012

One Love - is it getting better ? do you feel the same ?

Koskoca Efes festivalden adını çekti... Festivale bira yasağı güne damgasını vurdu... Kimse sesini çıkarmadı... Seyircilerin çoğu alanı terk etti...

Türkiye'de yaşamadığım için bu aralar olan biteni ancak gazetelerden ya da arkadaşlarımdan gelen haberlerden takip edebilir durumdayım. Haftasonu daha önceki yıllarda bizimde katıldığımız ve içki yüzünden bir kere bile olay çıktığına tanık olmadığım Efes One Love Festival'da olanlar karşısında oturduk karı-koca haftasonu gezimizde zaman harcayıp bunu tartıştık. Tartışmanın sonuna geleceğim ama önce bugün dikkatimi çeken birşeyi söylemek istiyorum.

Resmen ve hile ile içki içmek özgürlüğü elinden alınan bir gençlik topluluğu vardı İstanbul'da bu haftasonu. Dedim ya daha önce içkiden müzdarip olmayan, sadece keyif için içen ve içmenin sonunda belki kendini rahatsız hale getiren ama en azından mahalleyi rahatsız edecek hale gelmeyen Türk gençliğinin elinden alınan bir hak. Bugün tüm gazetelere baktım. 3 köşe yazısı ve bir yazı (ki bu da baş sayfa yazısı filan değil) dışında Türk basınında pek de yer edinememiş bu olay. Halbuki bu yazılarda şunlar söyleniyor;
- festival alanı boş kaldı
- festival yetkilileri bir çok bileti iade etmek zorunda kaldı
- jandarma içerde içki yasağı kontrolü için gezinirken kapının önünde içki satan eyüplülerin haddi hesabı yoktu
-Kaiser Chiefs bu yasağı diline doladı ve tüm konseri boyunca eleştirdikten sonra "bunu arkadaşlarınıza da anlatın" dedi

Ben okuduklarımın yalancısıyım tabi ama bu kadar önemli bir olayın Türkiye'nin büyük gazetelerinde önemli bir yer tutmaması beni çok şaşırttı.

Londra'ya gelen bilir. Burada içenler sadece kendilerini değil, içtikleri barları, yürüdükleri sokakları, oturdukları mahalleleri de rahatsız ederler. Pantolonlarını çıkartıp insanlara orasını burasını gösterirler, avazı bir avaz bağırıp uyuyanları uyandırırlar. Ama burada içki yasağı yok. Haftasonu Bristol'da bir festivale denk geldik. Her yerde içki... Her yerde neşe... Sabah kalkıp kahvaltı etmeye gittik şehire. Herşey yerli yerindeydi. Herkes normal... İçki hiçbirşey yapmamış kimselere. İnsanlar cumartesi gecesi eğlenmiş, pazar günü aynı insan olarak kahvaltılarını yapmaya gelmişler. İçki pek birşey değiştirmemiş hayatlarda, cumartesi eğlencesi dışında.

İçkiyi seven içer, istemeyen içmez güzel ülkem. Size ne insanoğlunun ne içtiğinden. Herkes kendi günahından kendi yanlışından sorumlu değil mi ?

Gelelim tartışmanın sonucuna. Ben hiç bana dokunmayan yılan bin yaşasın demedim ama biliyorum insanların rahatları bozulmadığı sürece gıklarını çıkartmayacaklar. Ben de dedim ki "ama bu sefer onlara da dokundu ucu, bak festivale gittiler anası babası yasaklamazken devlet baba içki yasağı getirdi. Kesin sesleri çıkar bu sefer". Ertuğ'da dedi ki "facebook'da konserde eğlenenlerin fotoğrafları var, protesto edenlerin değil". E ne diyelim o zaman, hayırlı olsun Türk gençliğine. Artık güzel güzel soğuk suları içer otururuz. Bu tartışmanın sonunda haksız çıkmak da beni üzmedi desem yalan olur.

U2 başka bir niyetle yazdı bu şarkı sözlerini biliyorum ama şu an yaşadıklarımıza pek bir yakıştı.

Bu arada aranızda festivale giden ve benim bu yazdıklarımı düzeltmek ihtiyacı duyan ya da bunlara ek olarak birşey söylemek isteyen varsa, blogum sizlere açıktır. Yorumlarınızı beklerim.

Temmuz 13, 2012

Birmingham gezi yazısı

Bu yazı bir uyarı niteliği taşımaktadır      

Zorla sizi Birmingham'a göndermedilerse size bir gezgin tavsiyesidir     

Paranıza da zamanınıza da yazık ...        

Ama baktınız kaçış yok mecbur gideceksiniz o zaman Grameen Khana'da hint yemeği ve günü birlik Startford-Upon-Avon gezisi önerilir

Kadiköy meydandaki boğa heykelinin bir benzerini burada görmeniz mümkün
Bu heykel "10 things to do in Birmingham" listesindeki
görülmesi gereken yerlerden biri. Gerisini siz düşünün artık



Temmuz 12, 2012

kim başarılı ?

Federer 7. kez Wimbledon şampiyonu olduğunda ve evde bir Federer bir de Murray taraftarı olduğu için maçın sonunda biraz da benim tuttuğum arkadaşın kazanmış olmasının verdiği gazla Ertuğ'a dönüp "çalışmanın sonucu bu" dedim... "işte başarı bu!"

Ve fakat aklıma takılmadı desem yalan olur... bir kişi bir işe başladığında (tenis ya da herhangi bir iş - ne olduğu farketmez) o işi daha tam bilmez halde başlıyor. Daha sonra işin ehli olmak sürekli tekrardan kaynaklanıyor aslında. Yani ben size şu anda bir iş versem ve önümüzdeki 10-15 yıl boyunca her gün sabah 9 akşam 6 siz bu işi yapsanız, 10. yılın sonunda bu işi iyi yapıyor olmanız bir başarı hikayesi midir ? Lütfen dikkat, insan ilişkilerinden, politikadan vs bahsetmiyorum. Salt olarak bir işte ne kadar iyi olduğunuzdan bahsediyorum. Rakamlarla, istatistiklerle vs desteklenebilecek bir veri aslında.

Geçenlerde bana bir iş geldi. 5 gün içinde bitirmiştim işi ve sonunda proje müdürü bana "çok iyi iş çıkardın "dedi. Ama nedense bu söylem bana çok havada geldi. 5 yıldır aynı işi yapıyorum, artık bunu da yapamazsam adama "yuh!" derler diye geçirdim içimden.

Anlaşılan o ki benim "başarılı insan" tanımım çok ayakları yere basan bir tanım değil. En azından günümüz sözlüğündeki karşılığı beni pek tatmin etmiyor.

Her insan yeni icatlar yeni buluşlar yapamayacağına göre, insanın iş/tekrar disiplini midir onu başarılı kategorisine sokan ? Sahi başarılı insan kime denir ? 

Temmuz 09, 2012

Windsor

Kaleye girişte sizi bekleyen görüntülerden biri
Fotoğraf : Özlem Ekenler


Windsor Castle, halihazırda kraliçenin yazlık sarayı olarak kullanılan ama daha önce 1000 yıl boyunca İngiltere Kraliyet ailesine hizmet etmiş 5 hektar üzerine kurulu bence İngilitere'nin en güzel kalesi. Windsor nasıl diye sorarsanız orası da inanılmaz sevimli bir yer. Windsor'ın hemen yanı başındaki Eton ise lisesi ile meşhur. David Cameron'dan Prens William'a kadar bir çok kişi buradan mezun olmuş.

Bir gün Windsor'da nasıl geçer derseniz...

Dönme dolabın tepesinden Thames nehri
Fotoğraf : Özlem Ekenler
Windsor Castle - kaleye girişte uzuuuuun kuyruğu beklemek istemiyorsanız biletinizi internetten almanızı öneririm. Durum böyle olunca size düşen kuyruksuk bölümden rahatça geçip kalede salınmaya başlamak. Biletler kişi başı 17 pound. Hazır konu kuyruk beklemekten açılmışken bir noktayı belirtmek isterim. Girişte kuyruktan kaçabilirsiniz ama içeri girince Queen Mary's Dolls House'ı görmek için 15-20 dakika kuyruk beklemeyi göze almak gerek. 

Nehir kenarı yürüyüşü - Thames nehri kenarında kuğular ve ördeklerle uzun bir yürüyüş yapabilirsiniz. Şansınıza hava güzel olursa o zaman çok daha keyifli olabilir bu nehir gezisi

Hop on/ Hop off turlar - Kırmızı otobüslerden birine atlayıp hem Windsor'ı hem de Eton'ı gezebilirsiniz.

Tekne gezisi - 40 dakika ya da 2 saat... İki seçenekten birini seçip bir tekneye atlayıp bu sefer etrafı nehrin üstünden seyre dalabilirsiniz.


Nehir kenarından size göz kırpan dönme dolap
Fotoğraf: Özlem Ekenler
Dönme dolaba ne dersiniz - kişi başı 6 pound vererek 4 tur atıp, yükseklerden bu küçük şehre ve hatta ufukta Londra'ya göz atabilirsiniz.

The Tower'da güzel bir öğle yemeği yemek gezinizin mutlaka yapılması gerekenler listesinde olmalı. Burası kocaman pencerelerinden Windsor'ı ve şehri seyredebileceğiniz, çok keyifli bir yer. Yemekleri çok lezzetli. Beef pie ve fish and chips bizden geçer not aldı. Bir de fiyatları :) Porsiyonları da kocaman. 

Araba kiralayp gitmeyecekseniz, Windsor Castle'a ulaşmanın en rahat yolu trenle seyahat. Londra'dan yaklaşık 1 saat sürüyor. Aslında mesafe yakın ama arada çok durak olduğu için süre biraz uzuyor. Tren seferleri oldukça sık o yüzden tren bulmakta herhangi bir sıkıntı yaşamazsınız. Tren bileti kişi başı 9 pound'dan başlıyor. 

Windsor bir günü dolu dolu geçirebileceğiniz bir yer. Vaktiniz olursa Londra'ya geldiğinizde buraya da bir uğrayın. 

The Tower'da yemek yerken karşımızdaki manzaranın fotoğrafı
ve
Nehir kenarında tekne turuna katılmadan sizi bekleyen beyaz kuğular
Fotoğraflar: Özlem Ekenler





"Sevgili bulmalıyım!" ın sektöre dönüşümü


İngiltere'de çöpçatanlık servisleri ile ilgili inanılmaz bir pazar var. Çeşit çeşit çöpçatan siteleri var. Kimi hesap açılışında "bilimsel" olduğunu ileri sürdüğü bir test yaparak size en uygun adayları bir liste halinde önünüze getiriyor kimi ise daha spesifik zevklere hitap ediyor. Mesela üniforma giyenlere özel ilgisi olanlar için uniformdating diye bir site var.

Ama sektör bununla da yetinmemiş. Malumunuz bu siteler aracılığı ile ayarlanan görüşmeler her zaman beklendiği gibi gitmiyor. O zaman başka bir siteye üye olup telefonunuzdan rescue me (kurtar beni) uygulamasına basıp ya da mesaj atarak sizi kurtaracak telefon görüşmesini ayarlıyorlar. Olay şöyle gelişiyor hiç tanımadığınız adamla yemeğe gittiğinizde eğer adamı ya da muhabbetini beğenmediyseniz size acilen oradan ayrılmanızı gerektirecek bir telefon geliyor ve sizde özür dileyerek masadan ayrılıyorsunuz.

Bu hizmetlerin hepsi belli bir ücret karşılığı. Kimse tek çöpçatanlık sitesi ile yetinmediği için 2-3 siteye yıllık üyelik ücreti ödüyorlar. Herhangi bir coğrafi engel de tanımıyorlar. Londra'ya sadece bir akşam yemeği için gelenler var. Bunları nereden biliyorsun derseniz, reklamları her an gözümünüz önünde duruyor; otobüste, metroda, televizyonda, radyoda...

Bu şehir insana ne yapıyor bilmiyorum. Sanal alemin insan hayatı üzerindeki etkileri inanılmaz. Herkes bir online dating furyası içinde sözüm ona çok meşgul günler, haftalar geçirip günün sonunda yine yalnızlıklarından yakınıyorlar.


Temmuz 04, 2012

Geçer elbet efendim...



Geçen haftalarda Camden Town’da bir dükkana girdik. Hani biz çocukken kitaplar vardı, içinde elbise modellerinin olduğu. Siz o modelleri keser, kartondan yapılma kızın üstüne geçirirdiniz, hatırladınız mı? İşte onun aynısından gördük ama modeller normal Ayşecik, Fatmacık değil bildiğiniz kraliyet ailesinin ta kendisiydi. Kraliçeden, prense kadar hepsi iç çamaşırlı karikatürleri ile karşımızdalardı. Bize düşen kitaptan istediğimiz elbiseyi kesip kraliyet ailesinin üstüne geçirmekti. Düşünmeden edemedik tabi bunun aynısı bizim ülkemizde olsa ne büyük kıyamet kopardı diye. Hani sezeryan ve kürtaj konusunda örnek alalım dedikleri batılı ülkeler var ya işte onlardan birinde yaşıyoruz biz. Buranın başbakanı büyük bir medya kuruluşu ile bağlantısı olabileceği iddiaları ile ilgili soruşturuluyor. Bilmiyorum biz bu batılı ülkelerin tam olarak nesini örnek alıyoruz. Lakin bu ülkeler şehirlerine kocaman bahçeler, parklar yapıyorlar alışveriş merkezi ya da mimari zevksizlik örneği yapılar değil. Nehirlerine gözleri gibi bakıyorlar, yataklarını değiştirmek yerine. Bugün çok kötü haberler geldi ülkeden. Denizin dibinden. Karadeniz’den. TOKİ evlerinden. Doğayı hiçe sayanlardan. Dereleri ıslah edenlerden. Sonra Tarkan gibi ünlüler çıkıp doğamızı koruyalım, nehirlerimiz, göllerimiz bizim için önemli dediğinde “Siz karışmayın efendim. Herkes bildiği işi yapsın” diyenlerden. Ama kesinlikle suçu üstüne almayanlardan.

Ama geçer bunlarda. Dert değdiğini yakar malum, değmedimi insanların ağzından ancak “biraz zamana bırakın, bu da geçer” diye acı bir cümle çıkar. 

O zaman bende yazımı son günlerde twitter da dönen Oğuz Atay’ın bir sözüyle bitirmek istiyorum

Geçer elbet efendim... Bazısı teğet geçer, bazısı deler geçer, bazısı deşer geçer, bazısı parçalar geçer; Ama mutlaka geçer



Temmuz 02, 2012

United Nude

Çocukluğumdan beri garip ayakkabıları çok sevmişimdir. Renkli ayakkabılar moda değilken bile giyerdim ki beni tanıyanlar bilir öyle modayı takip eden biri değilimdir. İçimdeki deliyi uyandırdığı için seviyorum sanırım. Haftasonu şehirde dolanırken United Nude markasıyla tanıştık. Son zamanlarda gördüğüm en garip ayakkabılara imza atmışlar. Tasarımcısı mimar olduğu için ayakkabıları tasarlarken binalardan ilham almış. Pek huyum değildir moda, marka üzerine yazmak ama bu fotoğrafları sizinle paylaşmadan edemedim.



Fotoğraflar markanın kendi websitesinden alınmıştır.