Üç günlük kısa bir Amsterdam gezisi yaptık. Kanalları,
köprüleri, binlerce bisikleti, yamuk evleri ve diğer her türlü aktivitesi ile
üç gün bence Amsterdam için gayet yeterli bir süre. Bana mı öyle geliyor
bilmiyorum ama Avrupa şehirleri birbirine çok benzediği için yeni bir yer
görmek gibi değil de sanki tanıdık bir yeri ziyaret etmek gibi bir his
uyandırdı bende bu şehir.
Diğer Avrupa şehirlerinden en büyük farkı sizin de tahmin
edeceğiniz üzere herkese tanınan hakların biraz daha geniş çerçevede tutulmuş
olması. Yani bu gezinizde space cake ya da mantar yemek ya da biraz ot tüttürmek isterseniz coffee shop’larda
menüler ya da köşe başındaki dükkanlar sizi bekliyor. Dubai’ye gittiğimde
koca şehirde sadece iki tane alkol satan yer olduğunu söylemişlerdi bana. Bir
tanesi şehrin epey dışındaymış hatta. En can alıcı kısmı ise alkol satın almak
için ehliyetinizin olması gerektiği idi. Dönüp bir de Amsterdam’a bakınca,
uyuşturucu satan dükkanları görmek biraz ürkütücü ama yine de heyecanlı
olabiliyor. Tabi meşhur Red Light District i de unutmamak lazım. Seksin bu
kadar göz önünde yaşandığı başka bir yer var mı bilmiyorum. Seks turizmiyle
ünlü yerleri gezmişliğim de var (mesela Bangkok) ama bu kadar ifşa edildiğine
ilk kez şahit oluyorum. Bunların hepsi bir deneyim tabi. Farklı hayatları
görmek bazen “keşke bu bizim ülkemizde de olsaydı” ya da “allahtan bu bizim
ülkede yok” demek farklı bir tecrübe. Yine de daha muhafazakar bir toplumda
büyümüş olmanın verdiği o garip hisle dolandım Amsterdam sokaklarında.
Köşe başı patates kızartması satan dükkanlarla dolu bu
şehir. Patates kızartması nasıl meşhur olmuş bilmiyorum. Belçikalıların
keşfettiğini ve Fransızların meşhur ettiğini düşünürseniz, Amsterdam’da patates
kızartması yemenin biraz garip olduğunu kabul edersiniz sanırım. Bir de
Starbucks’tan çok H&M’in olduğu bir alışveriş caddesi var ki bu da epey
ilginç bir durum benim için - malum bizim köyde her yer Starbucks kaynıyor.
Geleneğimi bozmayıp Amsterdam’ın meşhur yerlerini burada
sıralamayacağım size. Ama benim hafızamda yer edenlerden kısaca bahsetmek
istiyorum. Kanalların arasında yürümek çok eğlenceli. Özellikle yamuk evleri ve
mimarisi çok keyifli. Anne Frank’ın müzesi bence kesin görülmesi gereken
yerlerden biri. Çünkü kitabını yazarken ve Nazilerden gizlenirken yaşadığı
evin içinde geziyorsunuz. Hangi odada yaşadığını, nerede yemek yiyip nerede
uyuduğunu görmek özellikle kitabı okuyanlar için çok ilginç bir tecrübe. Krep yemektir diyenler için Anne
Frank’ın evinin çok yakınında meşhur “The Pancake Bakery” var. Burayı da birçok
gezi rehberinde bulabilirsiniz ama çok büyük umutlarla gitmeyin. Bir de çok
merak ederek gittiğim Hermitage Müzesi var. Sanat severler eminim çok
beğenecektir. Merak edenler için söylemeden geçemeyeceğim evet bu Hermitage St
Petersburg’daki meşhur Hermitage’ın Hollanda şubesi, ama daha az ihtişamlısı ...
Başka bir şehir olsaydı zamanınız olursa diye başlardım bu
cümleye ama Amsterdam için geçerli olmayacağı için mutlaka zaman yaratıp trene
binip şehrin 20-25 dakika dışına çıkın ve Zaanse Schans’ı bir ziyaret edin.
Burası masallardan çıkmış gibi. Eski zamanlardan kalma yel değirmenleri ve kutu
gibi çok şirin evleri ile bence farklı bir yer görmenin verdiği o duyguyu ziyadesiyle
size tattıracak bir yer. Ama bana sorarsanız ilkbahar ya da yaz burayı ziyaret
için daha doğru bir zamandır. Çiçekler açmış ve nehir donmamışken daha güzel
bir görüntü verdiğini söyledi yerli halk. Hatta yazın yel değirmenlerinde
barbekü vs yapabiliyormuşsunuz.
Yeldeğirmenleri ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum.
Çok az çalışanı var bu değirmenlerin. Genelde gönüllülerin yardımı ile iş
görebiliyorlarmış. Kimi tomruk üretiyor kimi yağ ama üretim kapasiteleri tahmin
edersiniz ki çok kısıtlı. O yüzden temel geçim kaynakları (ürettikleri ürün
dışında) turizmmiş. Kesinlikle görmeye değer bir yer. Şehir merkezinden sürekli
tren var o yüzden ulaşımı epey rahat.
Bir şehri görmenin en güzel yolu yürümekten geçiyor.
Amsterdam çok büyük bir yer olmadığı için sokaklarında bol bol yürüyün derim.
Hazır pek kaybolma ihtimaliniz yokken keyfini çıkarın kanal yürüyüşlerinin.
Bir de unutmadan son bir tavsiye . . . Kozmetik severler için Sabon mutlaka gidilmesi gereken bir yer.
Fotoğrafların bir kısmı
thenextnew.blogspot.com'tan alınmıştır.
Amsterdam demek space kek yiyip salak salak gülmek,her önüne gelenin resmini cekmek,cok acıkıp patatescilerden yemek demek.Pek severim ondan:)
YanıtlaSil