Bu sıcak havalardan çok bunaldım. Bazen çok huysuzlaşıyorum sırf sıcaktan nemden. Gerçi son 3 yazımı oturduğum apartmanın sakinlerinin tadilatlarının sesleri (bu uzuuun zincirleme isim tamlaması olayın bende yarattığı hoşnutsuzluğu dile getirmek için biçilmiş kaftan görevi görüyor bu yazıda) ile geçiriyor olmamında büyük etkisi var tabi. Nedir bu yaz gelince çalar saat çalmış gibi hep birden yaptırılan tadilatlar ya! Benim gibi home office çalışan biri için daha kötü ne olabilir bilmiyorum.
Neyse yeter söylendiğim. Zaten bu yazı da blogumun profiline pek uymuyor ama bu köşe benim köşem diyerek yazmaya devam ediyorum. Ucundan biraz blog konseptini yakalamak adına geçenlerde keşfettiğim birinden bahsetmek istiyorum.
6 Temmuz’da Santral İstanbul’da konser veren Jamie Cullum’un ne hayranıydım ne de şarkılarını ezbere söyleyebiliyordum. O güzelim siyah kuyruklu piyanonun başında Jazz çalan 30larının başındaki bu genç adam bana son zamanların en güzel akşamlarından birini yaşattı. Resmen ağzım açık dinledim bütün konseri. Hava güzel, mekan güzel, ortam ve müzik şahane... Bir süre sonra dayanamayıp oturduğumuz yerden kalkıp ayakta seyrettik konseri. İyi ki de kalkmışız... Konserin sonunda hepimizi sahnenin önüne çağıran Jamie ve beni bir paket edasıyla en ön sıraya yerleştiren arkadaşım sayesinde konserin son 15 dakikasını en önden seyretme şansı yakaladım. Tek kelime ile muhteşemdi. Bilmeyenlere, dinlemeyenlere duyurulur . . .
Bu arada yanlış anladığım şarkı sözünü tamamen kendi hayatıma uyarlayasım var. “Leave me alone, I’m thirtysomething”. Malum 30u devireli biraz vakit geçti. O yüzden insan ne duysa kendi hayatına göre yorumlayası geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder