İstanbul’da yaşayanlar olarak şehrin tadını çok çıkaramadığımızı düşünüyorum. Günlük koşturmacalar bir yana haftasonu trafiğine yakalanmamak için bazen dışarı bile çıkamaz oluyoruz. Ama bir gezmeye başladığımızda da keyfine doyum olmuyor bu şehrin. Evet çok kalabalık... Trafikte isyan etmemenin imkanı yok. O kadar çok terketmeyi düşündüm ki bu şehri. Ama insanın toprağıyla bir bağı var kopmayan. Sımsıkı sarıyor beni sözüm ona taşı toprağı altın İstanbul. Çokca da sevmeyeni var canım şehrimi. Niye burada yaşar o sevmeyenler bilinmez ama yaşarlar yine de. Benim gibiler için ise çok farklı İstanbul. Evimiz burası bizim. Kalabalığıyla, keşmekeşiyle bizim burası. Çocukken yediğim şemsiye çikolata... Kapımıza gelen yoğurtçunun, sütçünün sesi... O ağacın altı... İlk adımım...
Ve tüm oryantallığı ile bir Avrupa şehri artık. Geçenlerde küçük bir sergi turuna çıktık. Nişantaşı’ndan başladık, İstiklal’de bitirdik. Arada Soğuk Çeşme Sokağı’ndan aşağı yürürken yeni bir tanesini bile keşfettik. Yürüdük yürüdük.... taa Sultanahmet’ten başladık İstiklal’e kadar arşınladık.
Yeni keşifler ve uzun zaman oldu gelmemişiz dediklerimizle objektifimize yakalananları sizinle paylaşmadan edemedim . . .
Alman Çeşmesi’nin bilmiyorum kaç kere önünden geçmişimdir. Hiç farketmemişim...
İlhami Atalay’ın hem kendisi hem de galerisi yeni keşfimiz...
Bu baloncuklar beni çok mutlu ettiği için hemen aldık bu su tabancası kılıklı baloncuk tabancasından
Kedi keyifte . . .
Yıllar önce bir arkadaşım sayesinde keşfettiğim Galata Evi’ne yıllar sonra tekrar gitmek ve hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu görmek çok güzel. Eski İngiliz Karakolu olan Galata Evi, Gürcü ve Rus yemekleri ağırlıkta bir menü ile hizmet veriyor. Eski mahkumların duvarlara çizdiklerini görebilir ve saat 20.00’den sonra piyano eşliğinde canlı müzik dinleyebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder