Ağustos 31, 2010

Doksanların Sol Bankası, Rüya Şehir Prag

Prag, 2. Dünya Savaşı sırasında yapılan anlaşma sonucu fazla yara almadan çıkmış ve mimarisini korumuş bir şehir. Çoğu insanın rüya şehir, masal şehir, altın şehir diye adlandırdığı Prag ile yıldızım hiç barışamadı. Yanlış anlamayın, şehir çok güzel ama şehre hakim Gotik yapılar gece karanlığında biraz ürkütücü olabiliyor. Bir de insanlarının kaba olması sanırım beni iyice soğuttu şehirden.

Herşeye rağmen tahmin edebileceğiniz üzere bir yapılacaklar listem var.

Merak etmeyin bu listenin arasında eski şehir meydanındaki cafelerde oturun, Charles Bridge'i görün gibi maddeler yok çünkü Prag'a gidip bunları yapmama imkanınız yok. Sadece benim en sevdiğim yerleri sizlerle paylaşmak istedim. Biraz kısa oldu ama yapılacak birşey yok. Prag ile ilgili elimden ancak bu kadarı geldi :)

Dancing House, 1945’de bombalama sırasında yıkılan binanın yerine inşa edilen, 1996 yılında tamamlanan çok eğlenceli bir bina. Drunk House (Sarhoş Ev) olarak da biliniyor.

Kafka’nın 22 no’lu evi Kafka’nın yaşadığı ve eserlerini yazdığı tarih kokan bir ev.

ve güzel bir Prag manzarası için Prag kalesi...

Prag gece hayatıyla çok meşhur. Avrupalı damat adaylarının bekarlığa veda gecelerine ev sahipliği yapıyor. Konunun geri kalanı ile ilgili yorum yapmama hakkımı kullanıyorum!



Prag tour

Dancing House
450px-Prague_-_Dancing_House

Ağustos 29, 2010

Pins in My Map Konukları 1: Dubrovnik

Kaç zamandır aklımda bir proje var! konuk yazarları, çizerleri, fotoğrafçıları blogumda ağırlamak... Aslında çok daha önce gerçekleşecekti bu projem ama geç olsun güç olmasın diyelim. İlk yazı, ayağının tozuyla Dubrovnik’ten yeni gelen, çiçeği burnunda bir blogger. Hayatı farklı bir yönden gören ve kendi sözleri ile hayatında 'ikinci bir kanalın’ olduğunu söyleyen Eylem’in yazıları için ikincikanalı tıklamanız yeterli. Daha önce bir fotoğrafı yine blogumda yayınlanmıştı ama şimdi Akdeniz’in mis gibi havası ve kendi tarzında bir yazı ile misafirim oluyor...

Yaz tatilinizi dağılmış, parçalanmış ve savaş geçirmiş bir ülkeye yapıyorsanız eğer, istediği kadar işin içine yüzme ve güneşlenmeyi katın tatiliniz illaki bir parça politize oluyor. Tabi her romanda , şiirde veya filmde her birey kendi farklı duygularını yaşıyor ve farklı şeyler hissediyorsa eğer dubrovnik’te de bu farklı değil. Bu sebeple Dubrovnik merkezli bu seyahatinizde tüm duyguları yaşamaya hazır olun..
Hemen belirtmek gerekir ki bu tura gidip ben üç ülke gördüm diyerek üç farklı magnet getiren arkadaşınıza öncelikle bir nanik yapın..Zira aslında gördüğümüz yerler bölünmüş olsa da hala bana kalırsa aynı havayı koklayan ama aralarına çubuk krakerden sınırlar çizmiş bir eski büyük devletin üyeleri. Zaten 4 saatlik mesafede üç ülke kat edip üç ülke görmüş olabiliyorsunuz.
Hepimiz seyahatlerimizden sadece fotoğraflar ve hediyelik eşyalarla dönmüyoruz. Beraberimizde en çok taşıdıklarımız anılarımız ve gittiğimiz ülkelerle ile ilgili kesinleşmiş yargılarımız... Toparlamak gerekirse önümüzdeki yaz ister deniz turizmi, ister kültür turizmi kesinlikle adresiniz dubrovnik olmalı. Bu satırları yazan kişinin Uzakdoğu takıntısı olan biri olduğu da biline.
Hem konuk blogger olmam hem de Özlem’in sadece Dubrovnik hakkında yazmamı istemesi sebebiyle Dubrovnik üzerinden yürümeye devam edelim.Biz 3 yıldızlı tirena otelde kaldık.Tertemiz bir otel…hemen yakınında çok güzel bir plajı var. Kahvaltısı güzel..çok yıldızlı otellere kesinlikle kanmayın. Biz çok mutlu ayrıldık. Stali grad yani old town yani eski şehir..her akşam gideceğiniz yer..şehrin kalbi ve merkezi..en az yarım gündüzünüzü de fotoğraf çekimi için mutlaka burada geçirin..Bu kaleye kesinlikle bayılacaksınız..Osmanlı hiç hakim olamamış bu kente ancak vergiye bağlamış..
Denizi harika olan Dubrovnik ve çevresi Türkiye tarzı kumsallar arayanlar için yanlış adres olduğunu en baştan belirtelim ki kimse bu hayallerle bu tatile çıkmasın ..deniz harika ama hemen hemen her yerde kayalık ve taşlık..bu sebeple yanınızda deniz ayakkabısı götürmeyi sakın ama sakın unutmayın..
Lokrum ve Lopud adaları hem farklı ada ambiansı hem de tertemiz denize girebilmek için ideal seçenekler. Lokrum adası içinde küçük bir göl barındıran yemyeşil bir ada..burada dikkat edilmesi gereken nokta denizin çok güzel fakat fazlasıyla kayalık olması..bu yüzden denize girerken dikkat edilmeli..değişik bir tecrübe..çok hoşumuza gitmişti..old town’dan botlar kalkıyor..ücretler gidiş geliş ödeniyor..ucuz sayılabilir.. lopud ise daha şirin bir ada ve içinde birkaç farklı plajı var. Sunj beach içlerinde dubrovnik boyunca görebileceğiniz en çok kumu barındıran plaj, gitmekte fayda var..Bu adaya da old town’dan botlar mevcut. Ayrıca tüm adaları içeren öğle yemekli tur seçenekleri de var.
Dubrovnik’te gece hayatı yok denecek kadar az..bu yönde büyük beklentiler varsa destinasyonu değiştirin derim..Şehre ve plajlara genel bir sessizlik hakim ki bu beni çok memnun etmişti..
Yemek olayına gelince sizleri hayal kırıklığına uğratmak istememem ama dağ fare doğurdu diyebilirim. Özellikle deniz ürünleri konusunda beklentileriniz kesinlikle karşılanmıyor..sadece kalamarı ızgara şeklinde yaptıkları ıspanak ile sundukları yemek tercih edilebilir..Bunun dışında biz pizzaya doyduk..En çok da “mea culpa” da yedik pizzalarımızı..Tabiki domuz eti dışında et bulmanın zor olduğunu belirtmeme gerek yok.. Bu noktadan hareketle şehirde bir İtalyan havası olduğu gözle görülür biçimde net..
Çok fazla uzatmak istemiyorum ancak Dubrovnik’i seyahat planlarınızın en başlarına koymanızı kesinlikle tavsiye ediyorum.
En başa dönecek olursak o dönem kalbiniz ve zihniniz hangi yöne yelken açmış ise besleneceğiniz duygular da o yönden esiyor..Uzun lafın kısası bu şehir sizi her anlamda doyuruyor...”

Fotoğraflar ve Yazı: Eylem Alp www.ikincikanal.blogspot.com



Dubrovnik 2

Dubrovnik 3

Dubrovnik 1

Bu senfonide bereketinizin bol olması dileğiyle... by Simay Bülbül

Moda ile ilgili çok bilgim olmaması böyle yazıları yazmamı çok zorlaştırıyor. Elim moda konusunda kalem tutamadığı için bu işi bilene bırakacağım yazının sonunda ama yine de Simay Bülbül ile ilgili bir iki cümle yazmaktan alıkoyamadım kendimi.

Bu aralar çok keyifsiz olduğum için defileye davetiyem olmasına rağmen, giyinip kuşanıp İstanbul Moda Haftası için İTÜ Taşkışla'ya gitmek biraz zor oldu benim için. Ama iyi ki gitmişim iyi ki Büyücü koleksiyonunu kendi gözlerimle görmüşüm. En kısa zamanda Simay Bülbül'in Galata'da bulunan mağazasının yolunu tutacağıma emin olabilirsiniz.

Defile ile ilgili bilgi ve fotoğraflar için lütfen styletricks'in blogunu bir ziyaret edin. Bol fotoğraflı, bol yazılı ve sonuna eklenmiş videosu ile çok eğlenceli bir yazı olmuş

Benim favorim aşağıda, bir de telefon ile çekilmiş Simay Bülbül fotoğrafım...


Simay Bulbul

photo

Ağustos 24, 2010

Paris Kolajım

Kendimi Londra ve Paris sokaklarına atmama çok az kaldı. Eylül ayı bol yazılı, bol keşifli bir ay olacak benim ve blogum adına. Bugün blogumu ihmal ettiğim için babamdan zılgıtı yiyince hemen bir çaba içine girdim ve Paris'te nerede kaldım nerede yedim kolajı yapmaya karar verdim.

Paris'te epey otel gördüm ama aralarından sadece bir tanesini gönül rahatlığı ile size önerebilirim. Hotel Passy Eiffel. Passy benim yeni keşfettiğim yerlerden biri. Çok şirin bir yer olmasının yanı sıra H&M, Promod gibi tutkunu olduğum mağazaların burada olması Passy'nin artılarından. Ulaşımı çok kolay ve fiyatlarıda çok uygun. Biz kişi başı 55 euro verdik. Fiyatlar sezona göre değişiyor olsada temiz, şirin ve ulaşımı kolay bir yer için ve Paris standartlarında gayet iyi bir seçim.

Paris'te uyandığım ilk sabahlar genelde kendimi Angelina yollarına vurmamla başlıyor. Angelina hem kahvaltısı hem de tatlıları ile çok meşhur bir yer. Louvre'a çok yakın. Günü planlarken Angelina'da kahvaltı üstüne Louvre turu olarak planlayabilirsiniz. Lakin kahvaltıda yediğiniz hamur işlerini ancak bir günlük Louvre turunda eritebilirsiniz.

Diğer kahvaltı ya da öğle yemeği mekanlarım ise Saint Germain de Prés'de yan yana konumlanmış iki cafe. İtiraf ediyorum buraya ilk gidişim bir umut Johnny Depp'i görürüm belki diye kendimi ikna etmemle oldu. Kendisi buraların müdavimi diye duymuştum. Tabii ki göremedim ama azimliyim bir gün göreceğim. O yüzden bir kahvemi Le Deux Magots'da diğer kahvemi Cafe de Flore'de içerek zaman geçiriyorum. Görsem ne tepki veririm bilemiyorum gerçi ama huzurlarınızda Türkleri rezil edecek bir tepki vermemek için kendimi tutmaya söz veriyorum. Baktım olmadı hemen başka bir memlekettenim diye yutturmaya çalışırım. Şaka bir yana Saint Germain, Paris'in en güzel yerlerinden biri bence. O yüzden sabah, öğle, akşam mutlaka bir uğrayın derim. Akşam yemeği seçeneklerimi sizinle daha önce paylaşmıştım. Hatırlamayanlar buraya tıklayabilir.

Ozlem Paris

Ağustos 10, 2010

Kosinitza mı Kuzgun Baba mı?

Bugün kardeşim beni elimden tuttuğu gibi Kuzguncuk’a götürdü. Üniversiteye giderken tam dört yıl boyunca Kuzguncuk durağının önünden geçtim ama bir kere bile ışıklardan sağa sapıp bu güzel semti gezmedim. İnsanın kız kardeşi olması ne güzel birşey. Hele yaş farkı az olup her türlü geyik muhabbeti, felsefi muhabbeti üstüne dedikoduyu yapabilmek çok eğlenceli. Bir başka büyük şans ise hafta içi İstanbul’un tadını çıkartabiliyor olmamız. Sessiz sakin bir Salı günü Kuzguncuk’ta arabayı park edip soluğu Pita’da aldık. Kahvaltı yapmak için gitmiştik ama uzaktan bana göz kırpan limonlu keke hayır diyemedim. İyi ki dememişim çünkü hayatımda yediğim en güzel limonlu keklerden birini yedim. İçine bol limon suyu, portakal suyu ve limon kabuğu rendesi koyarak ve hiç bir katkı maddesi kullanmadan yapılmış, yumuşacık mis gibi limon kokan kekimi yedikten, gerekli tüm muhabbetleri tamamladıktan sonra semti keşfetmek için yürümeye başladık. Semt rengarenk evlerle dolu, kilisesi, camisi, dükkanları (bunlardan biri de Bir Kuzguncuk Dükkanı. Çok neşeli ama biraz pahalı bir dükkan), kahvesi, sahili ile farklı bir kültür sanki. Tarihini okurken Kuzguncuk’un eski adının Kosinitza olduğunu öğrendim. Bugun aynı isimdeki restaurantın önünden geçerken bu adın nerden geldiğini merak etmiştim, öğrendim.

Gezinin sonunda Kuzguncuk kitapçısına uğradık. Aslında sadece kitapçı demek yanlış olur çünkü ebrulardan, notalara, plaklardan, resimlere kadar birçok şeyin bulunduğu dükkan çok keyifli. Daha önce Çukurcuma’da bulunan bu dükkan bir sene önce Kuzguncuk’a taşınmış. Biz dayanamayıp iki tane kitap aldık. Biri Katherine Hepburn tarafından yazılmış ‘The Making of the African Queen or How I went to Africa with Bogart, Bacall and Huston and almost lost my mind’. Kitap Hepburn’un The African Queen filmini çekerken yaşadıklarını yazdığı, içinde çok güzel fotoğraflar bulunan bir günce. Kuzguncuk’a yolunuz düşerse kitapçısına uğramadan dönmeyin. Eminim herkes kendine göre bir kitap bulacaktır.

Fotoğraflar: Özlem & Banu Üçüncüoğlu

kapı-horz

Pita-horz

kitap 2-horz

p abla-horz

cingoz

cinaralti

Ağustos 09, 2010

Ladurée İstanbul

Champs Elysées’de yürürken Ladurée’yi fark etmemenizin imkanı yok ama ben kendileri ile Londra’da tanıştım. Annemin meşhur kurabiye kutularından bir tane daha almaya Harrods’a gitmiştim ve orada karşılaştık. Ladurée’nin makaronları çok meşhur. Fakat ben makaron sevmediğim için (evet ben tatlı olarak makaronu şehir olarak Prag’ı bir türlü sevememiş biriyim ama bu benim kötü biri olduğum anlamına gelmez) önceleri hiç oralı olmamıştım ama çikolataları ve pastalarını yedikten sonra ölmeden bu muhteşem tatlıları yediğim için çok memnun oldum. Ladurée aslında zincir mağaza. Dünyada bir çok şehirde var. Şimdi sıra İstanbul mağazalarını açmaya gelmiş. Eylül ayında Bebek’te açılacak diye bir duyum aldım, oturdum bekliyorum eylül gelsin diye. Bebek’e gitmek için bir mazeret daha çıktı bana. Yaşasın çikolatalar, pastalar!


Laduree 2

Laduree