Temmuz 25, 2011

Tribute

Bazı şarkılar vardır hani hayatınızın en can alıcı zamanlarını hatırlatır size her dinlediğinizde. İşte öyle zamanlarda bir bağ hissedersiniz  şarkıyla, söyleyenle, sözlerle . . . Bir çok Winehouse şarkısı böyle bir özellik taşır benim için.

Back to black mesela. Aslında beni değil ama çok sevdiğim birinin ayrılık acısını anlattığı için ve ben de onunla oturup günlerce ağladığım için. Hani der ya şarkıda we only said goodbye with words, i died a hundred times ...

Bir de kendim için dinlediğim bir şarkı var, göz yaşlarımı çoğu zaman kendime sakladığım için – and in this grey, in this blue shade; my tears dry on their own.

Sesi, şarkıları ve güçlü kuvvetli sözleriyle bana hissettirdikleri için iki satır yazmak istedim kendisiyle dalga geçerek “they tried to make me go to rehab, i said no no no...” diye şarkı söyleyen şahsına münhasır Amy hakkında.

Bon voyage Winehouse !

Temmuz 21, 2011

Temmuz Ayı - Konser Ayı

Temmuz ayı İstanbul bekçiliği görevine atandığımız için kendimizi konserden konsere attık. Gezmek ile ilgili tüm umudumuz Ağustos’a kaldı...

O yüzdendir ki gezi yazı ve fotoğraflarına biraz ara verildi tarafımdan. Gezi yazılarının yerini hayat, kitap ve konser yazıları aldı.

En baştan başlamam gerekirse....

Nneka, One Love’da,  uzaktan duyduğumuz bir ses oldu. Çıktığında sahnenin yakınında bile değildik ama konseri yakaladığımız yerden bitene kadar hayran hayran seyrettik Nneka’yı.  Eğer hiç dinlemediyseniz youtube’da bir arayın derim.  Africa is the future tshirtüyle çıkan Nneka, Vagabond in Power şarkısıyla hafızalarımıza kazındı.

In the begining.... when we were winning... when our smiles were genuine... Gel gelelim 1999 yazımın başrol oyuncusu gruba. Özlem yazı Londra’da geçirir ve hiç bıkmadan usanmadan Manic Street Preachers dinler. Solistinin rock stardan çok bizim Ahmet amcaya benzediği grubun performansı bence çok güzeldi. Ama çok objektif olabilir miyim bu konuda bilmiyorum. Lakin bizim amca gitarını eline alıp Everlasting’i söylemeye başladığında ben çoktan kendimden geçmiştim.

İkinci güne katılımım, düğün dernek dolayısıyla gerçekleşemese de Editors,Cake  ve Suede’in çok iyi olduğunu duydum.  Cake ve Suede’i daha önce dinlemiştim o yüzden karalar bağlamadım ama yine de gönül isterdi One Love’ın ikinci gününe de katılmayı. Güzel bir Suede yazısı var blog alemine yeni katılan bir blogger tarafından yazılmış (www.thenextnew.blogspot.com). Bir göz atın isterseniz.

Fotoğraf : The Next New (www.thenextnew.blogspot.com)

Jamie Cullum’u daha önce yazmıştım. Şarkılarını hiç bilmediğim birinin konserine bu kadar hayran kalmış olmam epey şaşırtıcı diye düşünüyorum.  Gran Torino’yu izleyenler eminim Jamie’nin sesini hatırlayacaklardır –
so tenderly your story is nothing more than what you see or what you've done or will become standing strong do you belong in your skin; just wondering

Rock’n Coke’a imzasını Limp Bizkit atmış... öyle diyorlar. Biz ikinci gününde dahil olduk festivale o yüzden ilk gün yorumu yapamayacağım.

Moby hatırına gittik. Moby çıkana kadar Skunk Anasie ile çoştuk.  Skin kendini izleyicilerin arasına attığında ortam iyice kızışmıştı. Ama benim kalbimi yerinden çıkaran weak’ın şu sözleridir- “ if i opened my heart, there’d be no space for air...’cause i wanted you”  Moby’yi beklemek bile kendi başına bir heyecandı benim için...beklediğim kadar da varmış. İnanılmaz bir sahne performansı... inanılmaz bir müzik – extreme ways are back again.

Bir de eski günler hatırına Suitcase’i dinledik. Morrissey diye çok bağırdık ama çalmadılar :(  Ama sayemde yeni bir hayran kazandılar !
Fotoğraf : The Next New (www.thenextnew.blogspot.com)

Geçtiğimiz Pazartesi ise Amadou & Mariam dinlemek için Esma Sultan Yalısı’ndaydık. Manzaraya doyum olmaz tabi ama gruba da bir o kadar doyum olmadı. Konserin sonuna doğru epey eğlenceli bol danslı dakikalar yaşadık.

Fotoğraf : The Next New (www.thenextnew.blogspot.com)

Şimdi sırada Joss Stone var. Şimdiye kadar yaşadığım konser tecrübelerine dayanarak 28 Temmuz’u da ayrı bir hayranlık duygusu ile bitireceğimi düşünüyorum.

Umarım bu konserlerden bir iki tanesini siz de yakalamışsınızdır. 


Temmuz 19, 2011

büyük umutlar şerefine

Büyük Umutlar, Charles Dickens'ın meşhur kitabı, Alfonso Cuaron'un 1998 yapımı filmi, Donna Karan'ın Gwyneth Paltrow'un kıyafetlerini tasarladığı, life in mono'nun kulaklarımızda çınladığı kıskançlık ve yeniden doğuş üzerine söylenmiş, aşkın acı tarafını, terkedilmişliği anlatan cümlelerin toplamı...

Elimde Elliot Engel'in "How Oscar Became Wilde" kitabı var. Herkese şiddetle tavsiye ederim. Ben okumaya doyamadım. Kitabın bir bölümü Dickens üzerine. Charles Dickens'ın hayatını okurken aklıma kazınan bu bölümü sizlerle de paylaşmak istedim. Tercüme esnasında kelimeler kaybolmasın diye bölümü olduğu gibi ve İngilizce yazıyorum. 

Önce Miss Havisham'ı biraz anlatıyor. 


"Miss Havisham was a wealthy young woman who was engaged to a young man. But on the morning of her wedding day, as she was dressing for the ceremony, at exactly twenty minutes to nine she received a devastating message from her fiancee, jilting her. Do you remember what she did? The moment she received the news of her abandonment she stopped all the clocks in her house, at twenty minutes to nine, never to run again. She closed all the drapes to ensure daylight would never enter as long as she lived...."


Ve şöyle devam ediyor...


" Now, none of us is likely to meet a Miss Havisham in our life. Her behavior is not normal, it is not anything that you would see in any human being, but that does not make it unrealistic. It is only unrealistic in that no one would ever behave thus, but it is exactly realistic to what happens to all of us emotionally, internally, mentally, in our feelings when we are devastated in some way."


Arka fonda şu cümleler kulağıma çalınırken kadehimi büyük umutlarımıza kaldırıyorum ...

The stranger sang a theme from someone else's dream
The leaves began to fall and no one spoke at all
But I can't seem to recall, when you came along... 
Ingenue...

Temmuz 15, 2011

bir dakikalık saygı duruşu !

Blogumda yazmadığıma bakmayın aslında beni tanıyanlar bilir çokca siyaset yaparım hayatımda. Çok çoşkulu fikirlerim vardır ama artık gazete okuyup, haber seyredemez hale geldim çünkü ne habere ne sunana güvenim yok. Ama bugün buradan biraz sızlanasım var. 

Sizi de rahatsız ediyor mu bu ülkede olan biten ? Gazetecilerin terör suçlamalarıyla içerde olup, aslında şehitlerin karşısında ateş açanların dışarıda olması biraz garip değil mi ? Bence en garibi bunlara sesimizi çıkartamıyor olmamız. Benim cidden ağırıma gidiyor konuşmaya korkan bir topluma dönüşmemiz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen bir jenerasyon olduk biz. Reina’dan çıkmayız ama ülke ile ilgili iki soruya cevap vermekten aciziz. Sözüm meclisten dışarı, lütfen üstüne alınması gereken alınsın, gerisi benim arkamda sıraya girsin. Sadece bizim jenerasyon değil tabi... Zamanında köy enstitülerini kapatarak o günün çocuklarını bugünün cahilleri yapan zihniyete sonsuz teşekkür borçlu bu millet... Bizi bugüne getirenler için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum herkesi !

Kurunun yanında yaş da yanar mı . . . yanar ! En azından biz yandık ama ağlayanımız yok

talk to the hand

Temmuz 08, 2011

sıcak havalar ve jamie

Bu sıcak havalardan çok bunaldım. Bazen çok huysuzlaşıyorum sırf sıcaktan nemden. Gerçi son 3 yazımı oturduğum apartmanın sakinlerinin tadilatlarının sesleri (bu uzuuun zincirleme isim tamlaması olayın bende yarattığı hoşnutsuzluğu dile getirmek için biçilmiş kaftan görevi görüyor bu yazıda) ile geçiriyor olmamında büyük etkisi var tabi. Nedir bu yaz gelince çalar saat çalmış gibi hep birden yaptırılan tadilatlar ya! Benim gibi home office çalışan biri için daha kötü ne olabilir bilmiyorum. 

Neyse yeter söylendiğim. Zaten bu yazı da blogumun profiline pek uymuyor ama bu köşe benim köşem diyerek yazmaya devam ediyorum. Ucundan biraz blog konseptini yakalamak adına geçenlerde keşfettiğim birinden bahsetmek istiyorum. 

6 Temmuz’da Santral İstanbul’da konser veren Jamie Cullum’un ne hayranıydım ne de şarkılarını ezbere söyleyebiliyordum. O güzelim siyah kuyruklu piyanonun başında Jazz çalan 30larının başındaki bu genç adam bana son zamanların en güzel akşamlarından birini yaşattı. Resmen ağzım açık dinledim bütün konseri. Hava güzel, mekan güzel, ortam ve müzik şahane... Bir süre sonra dayanamayıp oturduğumuz yerden kalkıp ayakta seyrettik konseri. İyi ki de kalkmışız... Konserin sonunda hepimizi sahnenin önüne çağıran Jamie ve beni bir paket edasıyla en ön sıraya yerleştiren arkadaşım sayesinde konserin son 15 dakikasını en önden seyretme şansı yakaladım. Tek kelime ile muhteşemdi. Bilmeyenlere, dinlemeyenlere duyurulur . . . 

Bu arada yanlış anladığım şarkı sözünü tamamen kendi hayatıma uyarlayasım var. “Leave me alone, I’m thirtysomething”.  Malum 30u devireli biraz vakit geçti. O yüzden insan ne duysa kendi hayatına göre yorumlayası geliyor.

Jamie Cullum

Temmuz 06, 2011

Şehr-i İstanbul'da bir küçük tur



İstanbul’da yaşayanlar olarak şehrin tadını çok çıkaramadığımızı düşünüyorum. Günlük koşturmacalar bir yana haftasonu trafiğine yakalanmamak için bazen dışarı bile çıkamaz oluyoruz. Ama bir gezmeye başladığımızda da keyfine doyum olmuyor bu şehrin. Evet çok kalabalık... Trafikte isyan etmemenin imkanı yok. O kadar çok terketmeyi düşündüm ki bu şehri. Ama insanın toprağıyla bir bağı var kopmayan. Sımsıkı sarıyor beni sözüm ona taşı toprağı altın İstanbul. Çokca da sevmeyeni var canım şehrimi. Niye burada yaşar o sevmeyenler bilinmez ama yaşarlar yine de. Benim gibiler için ise çok farklı İstanbul. Evimiz burası bizim. Kalabalığıyla, keşmekeşiyle bizim burası. Çocukken yediğim şemsiye çikolata... Kapımıza gelen yoğurtçunun, sütçünün sesi... O ağacın altı... İlk adımım...

Ve tüm oryantallığı ile bir Avrupa şehri artık. Geçenlerde küçük bir sergi turuna çıktık. Nişantaşı’ndan başladık, İstiklal’de bitirdik. Arada Soğuk Çeşme Sokağı’ndan aşağı yürürken yeni bir tanesini bile keşfettik. Yürüdük yürüdük.... taa Sultanahmet’ten başladık İstiklal’e kadar arşınladık.

Yeni keşifler ve uzun zaman oldu gelmemişiz dediklerimizle objektifimize yakalananları sizinle paylaşmadan edemedim . . .

Alman Çeşmesi’nin bilmiyorum kaç kere önünden geçmişimdir. Hiç farketmemişim...

alman cesmesi


İlhami Atalay’ın hem kendisi hem de galerisi yeni keşfimiz...

art gallery


Bu baloncuklar beni çok mutlu ettiği için hemen aldık bu su tabancası kılıklı baloncuk tabancasından

baloncuklar

Kedi keyifte . . .

sultanahmet camii merdivenlerinde bir kedi

Yıllar önce bir arkadaşım sayesinde keşfettiğim Galata Evi’ne yıllar sonra tekrar gitmek ve hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu görmek çok güzel. Eski İngiliz Karakolu olan Galata Evi, Gürcü ve Rus yemekleri ağırlıkta bir menü ile hizmet veriyor. Eski mahkumların duvarlara çizdiklerini görebilir ve saat 20.00’den sonra piyano eşliğinde canlı müzik dinleyebilirsiniz.

galata evi