Şubat 27, 2011

İşte öyle birşey . . .

Hani çok sevdiğiniz kitabın bitmesini istemezsiniz, bitince de bir hüzün kaplar içinizi . . . İşte öyle bir hüzün içindeyim kaç zamandır. Resmen kal geldi bana. Geldiğimden beri bir Barcelona yazısı yazamadım. Nitekim bu da şehir rehberi kıvamında bir yazı olamadı. Barcelona seyahatı aylar önce yapılmıştı. Ne günü hesaplamıştım ne de ayı... Meğer evren kendince bir düzen kurmuş beni de içine almış, uçağa bindirmiş, Barcelona’ya göndermişti. Hayatımın değişeceği günü Barcelona sokaklarında gezerken öğrendim. Sesimi çıkaramadım. Sanki o gün hiç gelmeyecekti ya da ben Barcelona’dan hiç ayrılmayacaktım.

Çok tatsız binmiştim Barcelona uçağına. “Hiç gitmesem ben “ dediğim o kadar zaman oldu ki ama yine de bindim uçağa. Epeyce sallandık uçakta. Hatta bir ara hostes gözlerimin önünde dalgalandı. Artık bildiğim bütün duaları bitirdim ki inişe geçtik. Ama ne iniş... pilot bildiğin yere çaktı uçağı sonra da öyle ciddi bir fren yaptı ki epey bir sarsıldık.

Ama uçaktan ardından da taksiden inip Barcelona’nın daracık sokaklarına daldığımızda ne o tatsız halim ne de deli pilot aklımdaydı. Hava o kadar güzeldi ki kalın paltolarımız elimizde bir hırka üstümüzde başladık dolanmaya. Tüm rehberlerde adı geçen Cafe De L’opera’ya oturduk. Daha yeni öğlen olmuştu ama biz (aslında ben) içmeye hazırdık. Tapas ve kırmızı Rioja ısmarlandı ve “allahım burası ne kadar güzelmiş di miiii” cümlesi etrafında dönen bir muhabbetle sokak şovlarını izlemeye koyulduk. Barcelona bir Avrupa şehri ama Akdeniz içine o kadar işlemiş ki herkesi kendinizden biri sanıyorsunuz. Sokak lambaları bile bir dahi tarafından tasarlanmış bu şehre ve size yardım etmek için kendini paralayan insanlarına hayran kalmamak imkansız. Tam bu noktada derin bir nefes alabildim. İşte gezmenin verdiği inanılmaz hafiflik.  Dertten tasadan uzak derin bir nefes alabilme imkanı...

Katedralin yanı başında bir ev kiralamıştık. O yüzden gotik bölge dört günlüğüne de olsa bizim mahalleydi. Gotik kentin dar sokaklarında gezinirken bir sürü sanatçıya rastlıyorsunuz. Katedralin başında arya söyleyen birini dinlerken iki adım sonrasında kemandan yükselen dört mevsim notaları kulağınıza geliyor.... Benimse “kal gelmiş” halim hala devam ederken kulaklarımda Erol Evgin’in sesi çınlıyor

Hani yıldızlar yanıp sönerken

Hani bir yıldız kayar ve insan

Hani bir telaş duyar ya birden

İşte öyle birşey . . .