Nisan 30, 2012

Masumiyet Müzesi

Orhan Pamuk hayranları ve Masumiyet Müzesi severlerinin dikkatine...

Kaynak: Hürriyet

Orhan Pamuk'un kitabı Masumiyet Müzesi'nden esinlenerek Çukurcuma'da kurulan müze dün kapılarını ziyaretçilere açtı.

Kitapla ilgili hala hatırladığım en net hatıram Kemal'in Füsun'a olan aşkı ile ilgili olarak söylediği son sözlerden biridir. Tam cümleyi hatırlamıyorum ve kitap elimin altında olmadığı için de birebir yazamayacağım ama sanırım şöyle bir şeydi "ne olursa olsun yaşadıklarımdan pişman değilim"... Kitabı okuyanlar bir aşk uğruna bir ömrün nasıl yaşandığını bilir. O yüzden Kemal herşeye rağmen pişman olmadığını söylediği an benim gözlerimde yaşlar çoktan birikmişti.

Nisan 28, 2012

Beni facebook ta takip etmek ister misiniz ?

Buyrun sayfama...

http://www.facebook.com/PinsInMyMap

iyimserlik kötümserliğe karşı


Okumak çok ilginç gelsede bir türlü barışık bir hayat süremediğim düşünürler var.

Nietzsche bana yaramıyor mesela. İki satır okumak bile zaten tam sınırda duran beni karamsarlığa itmeye yetiyor. O pala bıyıklarının altından daha babacan bir tip çıkar diye beklerdim ama yok... her satırını okusamda aynı frekansı yakalayamıyoruz. Kendisi ile tanışmam 20li yaşlarımın sonlarına denk gelir. Aslında beni kendisi ile tanıştıran Nietzsche gibi varoluşçu olan Irvin Yalom'un ta kendisidir. Büyük eseri "Nietzsche ağladığında" yı elime almam ve bitirmem arasında toplasam iki gün bile olmayabilir. Benim gibi psikolojiye düşkün biri için aslında çok da yadırganmayacak bir hayranlık bu kitaba duyduğum. Nietzsche'yi felsefesi dışında insan olarak merak edenlere tavsiye ederim (buraya küçük bir not düşmekte yarar var... bu kitabın filmi de çekildi ama size tavsiyem filmi hiç izlememeniz).

Jung'a da ciddi bir hayranlığım vardır. Okulda ders olarak okumak bile beynimde farklı pencerelerin açılmasına yol açmıştı. Der ki kendisi " belki bilinçdışımız bilinçli zihnimizden daha bilgedir." Ama ciddi bir din yandaşlığı vardır Jung'un aileden gelen. O yüzden bir noktaya kadar aynı yolda ilerleyip sonra yolları ayırıyoruz kendileri ile.

Şimdilerde elimdeki kitapların hepsi Nietzsche, Schopenhauer ya da daha yakın bir örnekle Irvin Yalom gibi dünyaya tabiri caizse biraz daha kötümser yaklaşan filozofların belki biraz zıt köşesinden bakan ve öğrenilmiş çaresizliğe bir alternatif getiren benim için öğretilerden (belki sizin için daha farklı bir kategoriye girebilir) oluşuyor. Böyle kitapların çoğaldığını hepiniz görüyorsunuzdur. O yüzden biraz seçici olmak lazım. Ama günümüz insanının bitmek tükenmek bilmeyen depresif modunun bir uzantısı olduğunu düşünüyorum. Çok insan mutsuz ya da hayatından istediği tatmini alamıyor. Belki mutlu olmayı da bilmiyoruz ama çabalamak lazım di mi? Çünkü pozitif bakış öğrenilebilir. En azından bunu kendimize borçluyuz.

Benim için farklı bir deneyim oldu bu kitapları okumak çünkü ciddi bir ikileme girdim.Kötümser olarak tanıdığım ben aslında o kadar uslanmaz bir kötümser değilmişim. Tabi şüpheci bakış açısı insanın içine yerleştiğinde bunun üstesinden gelmek ya da yokmuş gibi davranmak çok zor. Ama onlarca test, onlarca kitap ve bir sürü makalenin sonunda ne yaparsam yapayım "kötümser insan" kategorisine girmedim. Gururluyum desem yalan olur çünkü daha çok şaşkınım. Ama bu şaşkınlığı üstümden atar atmaz gururlu olmaya niyetliyim.

O yüzden yukarıdaki fotoğrafında söylendiği gibi - bakışınızı siz belirliyorsunuz. O bir gün batımı mı yoksa gün doğumu mu ? Oyunuzu gün doğumundan kullanın. Hazır güneş tepemizde parlarken ve poyraz da güzel güzel eserken anın tadını çıkarın.

Nisan 17, 2012

İyimserlik adına yedi önemli kitap ve bir öneri


Sürekli takip ettiğim yayınlar arasında bugün dikkatimi  çeken yazılardan biri bu listenin içinde olduğu yazı oldu. Direk kopyala yapıştır yapmamak adına listeyi kısaca geçip en son olarak kendi eklemem olan bir kitabı da özellikle yazmak istiyorum. Bir kısmının Türkçesi olmadığı için orjinal isimleriyle yazıyorum, affola...

1. Küçük Prens, Antoine de Saint Exupéry
2. Öğrenilmiş İyimserlik, Martin Seligman
3. Everything is going to be OK
4. The Optimism Bias, Tali Sharot
5. Geleceğe Yolculuk, Mark Stevenson
6. Live Now, Eric Smith
7. The Tao of Pooh, Benjamin Hoff

Bir öneri ise yine Martin Seligman'dan Gerçek Mutluluk (Authentic Happiness)

Nisan 16, 2012

EVDEYMİŞ GİBİ ‘RODOS’ - Pins in My Map Konukları 4


Füsun daha önce Kıbrıs yazısı ile konuk olmuştu bloguma. O zamandan beri fotoğraflarına olan hayranlığımın bir uzantısı olarak kalemine de hayranım. Şimdi de Rodos'u yazdı bizim için. Biraz farklı başlayan bir Rodos gezisi onunki. Zira kendisi yelken yarışları için ayak bastığı adayı didik didik etmiş... Aklında kalanları da burada bizimle paylaştı. Eline sağlık güzel arkadaşım, yine tadı damağımızda kalan bir yazı olmuş.


EVDEYMİŞ GİBİ ‘RODOS’

Rodos’daymış gibi ev... zira bu yazı muhteşem Rodos şarabı MAESTRO eşliğinde yazılmıştır.

Bölgeyi 12 parçaya bölüp tanrılara dağıtan tanrılar tanrısı Zeus güneş tanrısını unutur. Bunun karşılığında  güneş tanrısına dillere destan güzellikte bir su perisi hediye eder. Güneş tanrısı su perisine aşık olur ve evlenirler ama güneş tanrısı çok sevdiği su perisinin ölümlü olmasını kabullenemez ve onu ölümsüz kılmak için bir adaya dönüştürür. RODOS’a.

Marmaris’e yanlızca 45 km(20mil) olan Rodos’a, Marmaris’ten feribot ile 2 saatte, katamaran ile ise 50 dakikada ulaşmak mümkün. Uçak da var elbet ama ben olsam yokmuş gibi davranır ve adaya illa ki denizden gider, adadan illa ki denizden dönerim. Bir taşta iki kuş vurup bavuluma adanın beyaz şarabı RETSİNA, kırmızısı MAESTRO doldurur, birkaç şişe Isidorou Arvanitou UZO alır, bir de kendinden geçiren SKİNOS  MASTİKA, yani sakız rakısı kaparım. Ben olsam illaki bir yelkenliyle dönerim Mastikamı yudumlaya yudumlaya… Kendimden geçe geçe yani… Hem bu sefer yahni ucuzdur ama eti leziz, zira RODOS’da içki aklınızın alamayacağı kadar ucuz.

12 adaların en büyüğü RODOS, şuan yerinde geyikler esen (ELAFOS) dünyanın 7 harikasından biri RODOS HEYKELİ’nin evi..

Elefos’lar yani geyikler adanın şimdiki sembolü, yılanların istilası yüzünden adada huzur bulamayan Yunanlıları yılanlardan kurtaran kahramanlar. Limanda Elefosları gördüğünüzde bilinki Rodos Heykeli karşınızda duruyor bugün geyiklerin olduğu yerde.

Arnavut ve Türk azınlığı bol olan adanın Türkleri kendilerinin Son Osmanlılar olduğunu sıklıkla dile getiriyor zira Rodos’ta hüküm sürmüş 392 yıllık Osmanlı hakimiyetinin mirasları onlar. Elbette, yüzlerce Türk evi, 11 camii, mescit, çeşme, hamam, bir kütüphane ve  bir Osmanlı mezarlığı ile beraber. Söylemiştim Evdesiniz.

Bana gelince Marmaris’den yelkenli teknemiz ile çıktığımızda saat sabahın 5’i. Bizi az çok ne bekliyor biliyor gibiyim. Senelerdir burnumun dibindeki tek bir Yunan adasına gidememiş olan ben, sonunda şeytanın bacağını kırıyorum. Yunanlılara karşı olan zaafım hem en büyük umudum hem de en büyük korkum. Zira bugüne kadar geliştirdiğim tüm tezlerin çürüme ve benim hayal kırıklığına uğrama ihtimalim var.
Denizden Rodos gözüktüğünde "Aman tanrım bu da ne" diyorum. Hayalkırıklığı içindeyim zira ilk gördüğüm sonradan oteller bölgesi olduğunu öğrendiğim denizin kıyısındaki koca koca binalar, şehrin yeni kısmı.

Hayal kırıklığı uzun sürmüyor, ne zaman ki adayı yaşamaya başlıyorum çok büyük bir yanılgının içine düşmüş olduğumu fark ediyorum.

Limana (MANDRAKİ) girdiğimizde bizi marinaya almak yerine diğer yarış tekneleri ile birlikte – ki biz aslen Rodos Channel Reggeta Cup için orada bulunuyoruz-  limana üstüste bağlıyorlar. Günlerim sabahtan akşam üzeri 5’e kadar yarışarak ve tekne toparlayarak geçtiğinden benim için Rodos genellikle 5’den sonra başlıyor ve kendimi sokaklara atıyorum. Frappe'mi (soğuk kahve) içmeden değil tabii zira buraya gelip Frappe içmemek Uzo içmemek ile eş değer. Yunanistan ne kadar Uzo demek  ise o kadar da Frappe demek. O yüzden tekneden indikten sonraki ilk iş limandaki café'de Frappe yudumlamak, sonra da kendini sokaklara vurmak.

RODOS şehri, köy ve kasabaları saymazsak iki ana  bülümden oluşuyor. Eski şehir ve yeni şehir.

Yeni şehir; oteller bölgesini de kapsayan, plajların yoğunlukta olduğu, popüler  gece eğlencesinin kalbi. Yeni nesil restaurantlar ve her yerde bulabileceğiniz bilindik mağazalarda bu bölgede.

Eskileri bit pazarında bırakıp (tadını damağınızda bırakmak için sona saklıyorum da diyebiliriz) yeni şehre dalalım. Benim tercihim eski şehirden yana olsa da burada da atlanmaması gerekenler var elbet. Eğer Rock severseniz COLORADO CLUB mesela, senelerdir bu kadar iyi canlı müzik dinlediğim ve eğlendiğim bir yer olmadı neredeyse. Burası 3 katlı kocaman bir mekan, giriş paralı, müzik canlı. Şayet yakalarsanız harikulade  elektro keman çalan müzisyen bir kız var, bir de gruplardan birinde Türk bir davulcu. Mekan barlar sokağının girişinde, barlar sokağının devamını ise unutun, onun yerine Gümbet’e gidin. Ayrıca sigara içenlere müjde COLARADO’da sigara içiliyor, aslında Rodos’da neredeyse her yerde içiliyor.
Colarado’ya ve tabi ki Gümbet’i aratmayan barlar sokağına sahilden küçük bir yürüyüş ile ulaşmak mümkün. Bu rotayı takip edecek olanın sahildeki ELLI Plajına uğrayıp bir tek atması adetten. Gündüz ise buradan denize  girip seyyar masajcıya masaj yaptırmak adetten. Yok ben yürümem diyorsanız adanın neredeyse her yerine olduğu gibi buraya da taksi ile 5 Euro’ya ulaşmak mümkün.

Bu kadar mı? Hayır. Yeni şehirde de illaki eskiye rağbet edene; bir adet Akrapolis, bir adet Apollo tapınağı ve bir adet de Antik Stadyum var.

Eski şehir ; esas heyacan verici yer burası, zira burada ortaçağdasınız. UNESCO dünya mirası listesinde de olan bu bölge RODOS ŞOVALYELER’i tarafından inşa edilmiş harikulade surlarla çevrili.

Surların içi birer restorasyon harikası, fazlasıyla bakımlı ama bizim alıştığımızın aksine yeni gibi durmuyor. İster istemez buralarda dolaşırken restorasyon becerileri karşısında dehşete düşüyorsun .

Eski şehirde dolaşmak insanı büyülüyor; üzerimde bir pelerin, elimde mum ışığıyla aydınlanan bir fenerle sokakları dolaşsam tam da resme oturuyorum, ilk arzuladığımda bu oluyor ’Neden bir pelerin getirmedim ki? ‘Bir pelerin ve bir fener lütfen.’

Şehre girdiğiniz anda iki şeyin ağırlığını hemen farkediyorsunuz DİN ve MİLLİYETÇİLİK….. Ama canavarlaşmış bir milliyetçilik değil bu, milletiyle gurur duyan, özüne sahip çıkan bir milliyetçilik. Bayraklar, bayraklar ve bayraklar….

Her yer buram buram  Rum Ortadox cemaatinin etkisi kokuyor. KIBRIS’daki durum da tam buydu da oradaki Türkler bunun Türklere inat yapıldığını söylüyordu. Buraya gelince durumun inatla pek alakası olmadığı anlaşılıyor. Ada kiliselerle çevrili, kafanızı nereye çevirseniz haç görmeniz mümkün. Din her yerde. Muhteşem gece ayinleri yapılıyor her köşede. Bir yemek dönüşü adanın tepelerinde bir yerde karanlık ve dar bir sokakta inanılmaz bir gece ayini ile karşılaşmanız olası. Kilisenin kapısı açık, her yer kapkaranlık ve yanlızca görkemli kilisenin bütün ışıkları aydınlatıyor her tarafı, boş ve dar sokakta ilahiler yankılanıyor, her kim ve ne olursanız olun gözünüze bir damla yaş yerleşip kalıyor.

Adanın her yanı Yunan bayraklarıyla çevrili. Evet üzerinde bir de haçı olan Yunan bayraklarıyla. Ama milliyetçiliği en çok anladığınız yer sokaklardaki bayraklar olmuyor, konunun kafanıza dank ettiği yer, marketler oluyor.

Bir markete girin ve ne demek istediğimi anlayın. Marketlerinde neredeyse Yunan malı olmayan hatta Rodos üretimi olmayan hiçbir şey yok ya da şöyle diyelim çok belli başlı 3-4 marka hariç. Hazır bu fırsatı yakalamışken ve dünyanın çok az yerinde yakalama ihtimaliniz varken bu şansı kullanın. Kendinizi Yunan şarabına emanet edin inanın pişman olmayacaksınız hatta mest olup Dyanisusa selam durucaksınız.

Hali hazırda Yunanlının ya da adalının karakteristik özelliklerinden bahsetmeye başlamışken, adanın en karakteristik ve en muhteşem yerini anlatmaya başlayabilirim. ESKİ ŞEHRİ ve İNSANLARINI.

Bence Rodos Ortaçağdır ki;
Eski şehir, muhteşem güzellikteki ortaçağ evleri, dikine işlenmiş çakıl taşlarından labirent gibi sokakları, sokakları aydınlatan ortaçağ fenerleri, otantik küçük otelleri, geleneksel dükkanları, her köşede bir şovalyenin mağazası ile size selam durduğu, pahalı Artisan mağazalarında sanat eserlerinin, özgün seramiklerin, antik çağ replikalarının satıldığı,  ha birde ne yazık ki bizim tatil yörelerinde de sıkça karşılaşılan tahtakale mağzalarına sahip kocaman büyülü bir labirent, bir başka dünya Orta çağa ışınlanmanıza sebep olan bir labirent.

Ama çarşı pazardan evvel bir tavsiyem olacak… geceye karışma tavsiyem.
Sessiz, karanlık, gizemli, sokaklarında ortaçağ lambaları ile aydınlatılan sokaklarında  geceye karışma tavsiyem, mümkünse yalnız. Çünkü kanımca Rodos’u özellikle eski şehri ancak geceye karışıp koklaya koklaya kaybolarak yaşarsınız. Özellikle gün batımına yakın başlarsınız.

Hayata dönelim MUST DO IT’e, nasıl oluyorda evdeymiş gibi hissettiğinize. Eski çarşının ara sokaklarına girip çıkıyorum, surların diplerine iniyorum ve evdeyim.
Burada otantik dükkanlar, muhteşem insanlar karşılıyor seni. Eski şehirde her Türk’ün uğraması gereken bir dükkana dalıyorum farkında olmadan. Bir bakırcı dükkanına. İki tane muhteşem insanın, Yunanlı yaşlı bir karı kocanın sahibi olduğu bakır atölyesi ve karşısındaki eskici dükkkanına. Gözlerindeki pırıltıyı, sevgiyi, acıyı görmek, dostluk hikayeleri dinlemek, bir kahvenin hem orada hem burada nasıl kırk yıl hatırı olduğunu hatırlamak için ya da uzo tokuşurmak için. Sınırların  ve politikaların palavra olduğunu anlamak için ve bir de ince bir işçilikle  işlenmiş ahtapot kabartmalı tavadan alıp eve getirmek için, evde Yunan usülü bir ahtapot yapıp yanında Retsina ile içerken onları anmak için….

2. dünya savaşı sırasında  kaçıp nasıl Marmaris’e sığındıklarını, orada onlara nasıl da güzel bakıldığını anlatacaklar buruk bir gülümsemeyle. Sonra Şükriye’den bahsedecek dünyanın en güzel kahvesini elleri ile yapmış hanımefendi, hamile iken tanıştığı Şükriye’den. Ah Şükriye diyecek öldü gitti Şükriye. Koca bir sessizlik kaplayacak bakırcı dükkanını. Sonra giderken sarılıcaklar  kiziim kiziim diye (evet Türkçe) uzun uzun saçlarını okşayacaklar. Kaskatı kesileceksin saatlerce, benim gibi. EVDESİN İŞTE...

BAK BAK HACİVATLA KARAGÖZ çığlıkları evet benden geliyor zira evde olduğumu unnuttum, dükkandaki Yunanlı genç kadın gülüyor evet Hacivat ile Karagöz. Türksün? EVDEYİM

Şimdi de MUST NOT DO IT 'e gelip oradan yapılması gerekene sıçrayalım. Turisik lokantalarda yemek yenmemesi gerektiğine. Kötü mü hayır iyi mi hayır. Lezzetin tavan yaptığı böyle bir adada, damağınızın görüp görebileceği en güzel şeyleri yemek varken vasata sığınmama tavsiyesi bu, zira burada yiyebileceğiniz en güzel karidesi ya da et yemeğini yemeniz mümkün. Hatta Rodos gezisi bir yemek gezisi olmaya aday. Kendinizi kaybedebilirsiniz- o kadar! Işte tam da bu yüzden önce kendinizi kaybedin sokaklarda ki  sürpriz ellere düşün , sürpriz tatlara karışın. Şehrin içinde hafif aralara girip de damak bayramı yapabileceğiniz ilk yer ZİZİ. Diğer vereceğim adrese göre şehrin içinde ve görece turistik. Burası ömrünüzde yiyebileceğiniz en güzel KLEFTİKO yu miğdeye indirebileceğiniz yegane yer.

Ahtapot ve kabuklu karidesi ile delirme noktasına gelebileceğiniz saklı bir adres var bir de. Yazıp yazmamak konusunda şu an bile tereddütte olduğum… üstelik birde birine kimseye söz etmeyeceğime söz verdim. Pekala şöyle yapalım, hak eden bulsun taktiği. Zira çok bilinirse turistler içinde boğulup gitmesinden korkuyorum. İpuçlarını veriyorum, arayan bulsun. Baş harfi E , tepelerde ama yürüyerek de gidilebilir tabi kaybolmazsanız, yakınında benim meşhur gece ayinleri kilisem var, saklı bir ev bahçesi. Bu kadar bi de şu var bence adanın en iyi ahtapot ızgarasını yapıyor, ahtapot sevmeyen ben kendimi kaybettim önümde pişmişi, kafamın üzerinde ise asılıp da kurutulmaya bırakılmış pişirilmeyi  bekleyeni, yanında hiç bir yerde  kolay kolay yiyemiyeceğiniz kabuğu ile yenilen bebek karidesler (symi shrimp), havada uçuşan uzolar, retsinalar… bildiğin su bardağında. Bi de siyahlar içinde enfes mezeleri yapan madamlar, ailenin madamları. Bir de mekan sahibine sorarsan getirdiği boğma rakı. Gerisini siz düşünün ama lezzet düşkünü iseniz mutlaka benimle bu oyunu oynayın ve oraya gidin. Boğma şarabı da vatana getirin.

Evdeyim; Bay E yemeğinden kilisenin ayininden aşağı iniyoruz KAYBOLDUK, aramızda tartışıyoruz sağdan gideceğiz, hayır soldan. Bir kadın beliriyor dik dik bize bakıyor, allah koruyor ki ağzımızı açıp da bi şey demiyoruz zira 5 dk sonra o diyor, İstanbullu Rum Türkçesi ile düz gidooorsun , kısa yoldur. Türksünüz çok özledim Türkiyeyi. İstanbullu bir Rum, artık Rodos’da İstanbullu bir Rum. Sarılıyor bize, İstanbul’a selam edip yolunuz açık olsun diyor. Kalakalıyoruz gene.

Adaya adımınızı attığınızdan itibaren ruhunuza işleyen evdeymişiniz hissi hiç geçmiyor, bu sebepten de asla tam olarak bir turist ya da gezgin olamıyorsunuz çünkü burada evin sahibisiniz.

Evdeymiş gibi Rodos, çünkü lezzetler tanıdık, çünkü deniz aynı deniz, çünkü insan aynı insan, hikayeler ortak, kültür ortak, aynı heyecan, aynı suret aynı özlem.

Evdeymiş gibi çünkü burada cacıki, dolmades var, burada  musakka var. 145 ortak kelime ortak tarih var, çünkü burada Türksen ayrıcalıklısın buralısın, çünkü burada herkes her yerde sigara içiyor TÜRK GİBİ sigara içiyor, çünkü burada herkes birbirine dokunuyor, deniz aynı deniz, kader aynı kader. EVİNİZE GİDİN

Ben 3 metrekare bir tekne kamarasında kalmış olsamda sizin için baktım gördüm araştırdım işte RODOS'da kalabileceğiniz 3 tane şahane otel;

S.Nikolas Hotel: 61.Hippodamau str.Rhodos Medival Town

Sprith of the Knights Boutique Hotel :14. Alexandridou Old Town

Hotel Attiki: The Fliskous and Heritos no 2 Old Town

Lezzet avcılarına;

COLORADO CLUB: 57 Orfanidou str.(bar street) Psaropoula 85 Rhodos
ZİZİ: Menekleous str. 3 Old City of Rhodes ve Fanouriou str.

FOTIS MELATHRON :Par. Sokratous 41T- Old Town. Küçük küçük odacıklardan oluşan bir restarant. Bir adet de Türk odası var. Görülmeye değer.

Yazı ve Fotoğraflar : Füsun Buğra Koloğlugil

Nisan 15, 2012

Barcelona'da tapas turu - 3 gün 3 restaurant

Midelerinizi çoğu kızartma olan tapaslara ve bence şampanyadan daha güzel tadı olan Cava'ya hazırladıysanız buyurun size en favori 3 tapas mekanım. 




Tapeo
C/Montcada 29, Barcelona


3 günlük tapas maratonunun bitmesine saatler kala, havaalanına doğru yola çıkmadan önce iki gece önce gittiğimiz Tapeo'ya giderek Barcelona tatilimizi taçlandırdık. Burası sabah, öğle, akşam tapas yiyen iki turist olarak en beğendiğimiz mekan oldu. Tapeo turistik bir duraktan çok lokal bir restaurant. Tapasların hepsi birbirinden lezzetli ama özellikle ızgara kuşkonmaz ve kızarmış enginar beş yıldızlı pekiyi aldı bizden.


Tapas 24 
269 Diputacio, Barcelona


İkinci en favori mekanımız Tapas 24. Kendilerini Lonely Planet'ın tavsiyeleri üzerine keşfettik ve çok memnun kaldık. Tapaslar çok küçük bize biraz daha büyük porsiyon lazım derseniz menüdeki platillos lar iyi bir seçenek. Yemek sonunda yenilen zeytinyağlı ve tuzlu çikolatalı tatlı da ilginç lezzetlerden biri. Kulağa pek hoş bir kombinasyon gibi gelmese de ağızda bıraktığı tat gayet hoş.


La Pepita
C/Corsega 343, Barcelona

Bir diğer tadı damakta kalan yer ise La Pepita. Tapasları dışında kendi spesiyalleri olan pepita lar (çok ince dilimlenmiş ve kızartılmış iki dilim ekmek arasında gelen sandviç tarzı bir yemek) menüden mutlaka sipariş edilmeli.

Tapas yanı güzel bir Rioja ve ya Cava adettendir diyerek tapas turumu burada sonlandırıyorum.

Bu arada son bir not- burada adı geçen restaurantların her biri (bir şişe içki ile birlikte) kişi başı 25 euro yu geçmedi. Tabi iki kız olmamız ve 3-4 tapas ile doymamız bu makul hesaba katkıda bulunmuş olabilir.