Ağustos 25, 2012

Hazin(e) Şehrim


Günlerdir yollarda geziniyoruz. Londra'dan çıktık yola Lizbon, Seville, Cordoba derken ilk haftayı devirdik. Daha önümüzde epey bir yol var. Bu şehirleri gezdikçe insan söylenmeden edemiyor, benim şehrimin güzellikleri neden korunmamış diye.

Şehir planlamasının önemi, bir şehir çirkinleşmeye mahkum olunca daha çok anlaşılıyor. Eğer güzel bir şehirde yaşıyorsanız, gezdiğiniz bir başka güzel şehir gezinize hoş bir hava katıyor, bu muhakkak. Ama ya bizim gibi şehir planlamasından, özenli sokaklardan, estetik kaygıyla yapılan binalardan yoksun şehirlerde yaşayanlar... İşte bizler koca metropolün ortasına kurdukları kocaman parkları, bahçeleri, meydanları gördükçe bir ah çekiyoruz içimizden. İnsanın kendi yaşadığı şehre gösterdiği özen, kendine saygı göstermekle aynı şey bence. Bir şehri güzelleştiren şeyin derme çatma binalar dikmekten ve alışveriş merkezi kurmaktan daha öte birşey olduğunu kavrayabilecek miyiz acaba ? İstanbul'da açılan AVM sayısına yetişebilen herhangi bir şehir var mı dünyada bilmiyorum. Bunu marifetmiş gibi reklam aracı yapanlara ise şaşkın bakışlar atmaktan kendimi alamıyorum. Elimizdeki İstanbul'u çirkinleştirmek için ant içmiş insanlar var sanki. Boş yer bulan biraz daha kişiliksiz bina yapalım diye kolları sıvıyor. Bina kesmiyorsa koca alışveriş merkezini dikiyor gözümüzün önüne. İstanbul'un iyice Dubai modeline dönüştürüldüğüne inanıyorum. Ama bir fark var tabii... Arap estetiği Dubai'deki binaların dışına olmasa da içine bir güzellik katmış. Biz ise dört duvara bakmakla yetiniyoruz.

İstanbul'un üstünü kara kalemle çizenler, bizi duyuyor musunuz ? Geceleri rahat uyuyor musunuz ? Tarih sizi çok kötü anacak, biliyor musunuz ?

Ağustos 16, 2012

Kitapçılar

Siz de sever misiniz kitapçıları ? Bizim en büyük keyiflerimizden biri kitapçıya gidip kitapların arasında kaybolmak. Maalesef Türkiye'de yurtdışındaki kadar keyifli kitapçılar yok. Genelde bangır bangır müzik eşliğinde kitap seçiyorsunuz. Ama Londra'da ya da Paris'te bir kitapçıya gittiğiniz zaman şehrin bütün sesi kayboluyor resmen. O kadar sessiz ki ortam kendi aranızda bile fısıldayarak konuşuyorsunuz bazen. Size ayrılan yerlerde bazen de yere oturarak ilginizi çeken kitaplara saatlerce bakabilirsiniz. Hazır aklıma düşmüşken en sevdiğim üç kitapçıyı burada sizinle paylaşmak istedim.

Uzun zamandır gidemediğim ama her gittiğimde kendimden geçtiğim kitapçılardan biri artık tüm dünyanın da bildiği The Travel Bookshop. Notting Hill filminde göründüğünden beri mekanın en turistik öğelerinden biri oldu ama hala o eski halinden ödün vermedi.


Yine Londra'da ki Daunt Books. Burası herhangi bir filmde yer almadığı için belki çok insan tarafından bilinmiyor ama kitapçı severseniz ve Londra'ya yolunuz düşerse mutlaka uğrayın.



Bir diğer kitapçım ise Paris'ten. Yıllar önce tanışmıştım Shakespeare & Co ile. Doğrusunu söylemek gerekirse sadece fotoğraf çekmek için gitmiştim buraya ama uzaktan görür görmez bu kitapçıya haksızlık ettiğimi anladım.  Shakespeare & Co'yu bilmeyenler belki Julie & Julia filminde Meryl Streep'i burada gezinirken hatırlar.


Sizin de var mı favori kitapçılarınız ? Bizim bilmediğimiz, burada paylaşmak istediğiniz ?

Hangisi daha güzel ?

Paket mi ürün mü ? Bunlar benim olsa paketlerini açmaya kıyamam valla. 




Ağustos 15, 2012

Gün batarken

Fotoğrafların kaynağını bulamadım ama burada paylaşmadan da edemedim. Malumunuz güzel fotoğrafları feci kıskanırım. Keşke ben çekseydim bu kareleri demekten kendimi alamam. Fotoğrafı çekenlerin gidip saçını çekmek, kolunu cimciklemek isterim... Ama herşeyden önce çektikleri kareler için tebrik ederim. Cadılık işin bir adım sonrası :)






Ağustos 14, 2012

Kendisini de ülkesini de şaşırtan Ugandalı


Olimpiyatların son günü yapılan Londra maratonunu hiç beklenmeyen biri kazandı. Kendi adıma söylemiyorum lakin benim ne fikrim ne de favorim vardı. Ama tüm spor kritiklerini şaşırtan Ugandalı atlet, 2012 olimpiyatlarında ülkesine ilk ve tek, tüm olimpiyat tarihinde ise ülkesine ikinci kez altın madalya kazandırdı. 23 yaşındaki Kiprotich kendi söylemiyle kendisinin bile beklemediği bir performansla 2 saat 8 dakika ve 1 saniye koşarak Londra maratonunun lideri oldu. Niye herkesi şaşırttı derseniz, ülkesinde antreman yapacağı yer olmadığı için Kenya'da antreman yapabilen Kiprotich'in hayatındaki sadece dördüncü maratonu olması bir neden olabilir.

Olimpiyat kapanışı seyrettiniz mi bilmiyorum. Kiprotich kapanış gecesinin ihtişamında, tüm dünya seyrederken altın madalyasını aldı. Ve o muhteşem şov içinde hepimize Uganda milli marşını dinletti. Ben Londra'da gayet sıradan bir barda izledim kapanışı. Birçok ülkeden insan vardı, en çok da İngiliz tabi. Herkes kendi ülkesinin sporcusu çıktığında naralar attı, alkışlar tuttu. Ama gecenin en güzel anı tüm barın televizyon karşısında Ugandalı atlete tezahürat yapmasıydı. Ugandalı'yı alkışlayan İngilizler, Brezilya'lılarla çoşan Kanadalılar ve daha bir çok milletin diğer milletlere,dinlere,ırklara alkış tutması...

Türkiye'de sosyal medya bu aralar ırkçı söylemlerle çalkalanıyor. Diyeceğim o ki ırkçılık zor iş, nefret zor iş... İnsanın yüreğine ağır gelir bunlar. Hazır yeri gelmişken ben de ülkem için 12 Ağustos akşamı o küçük barda yaşadığım birliği, çoşkuyu, kardeşliği dilerim. Umarım önümüzdeki günlerde yüzümüzü kızartacak şeyler yaşamayız çünkü barış çok daha keyifli...


Five Pearls of Scottish Wisdom - love the sense of humour !

  • Money cannot buy happiness but somehow, it is more comfortable to cry in a Mercedez Benz than it is on a bicycle
  • Forgive your enemy but remember the bastard's name
  • Help a man when he is in trouble and he will remember you when he is in trouble again
  • Many people are alive only because it is illegal to shoot them
  • Alcohol does not solve any problem, but then neither does milk


İskoçya'dan nameler - bayılıyorum bu adamların espri anlayışına

Not : Bu yazıyı Türkçe yazamadığım için özür dilerim. Lakin çeviri yapınca esprisini kaybediyor. 



Yazmadan anlatanlar

by Paul Kuczynski







Ağustos 04, 2012

Londra'ya imza atan mimarlardan biri - Norman Foster

İngiltere'nin yetiştirdiği en ünlü mimarlardan biri Norman Foster. Öncelikle Londra'ya daha sonra İngiltere'ye yaptığı binalarla imzasını atmış bir yetenek. Tabii işlerinin coğrafi dağılımı sadece Büyük Britanya ile sınırlı değil. Dünyanın birçok ülkesinde bir Norman Foster binası görebilirsiniz. Hemen kendini belli eden ve bu Foster imzası taşıyordur diyebileceğiniz kendine has bir tarzı var. Hemen belirteyim tarzı çok modern. 

1967'de Foster - Partners'ı kurmuş, birçok mimarı ödül almış ve 1999'da Lord Norman Foster olmuş. 
2010 yılında "How much does your building weigh, Mr Foster" adıyla bir belgesel yapıldı. Meraklılarına tavsiye ederim. Belki sima olarak kendisini tanımıyorsunuz ama eminim eserlerinden birine denk gelmişsinizdir. Mesela hangileri mi ?

The Gherkin Binası

City Hall, London

City Hall, London

HSBC Genel Merkez, Londra

SECC, Glasgow

Ağustos 03, 2012

Bir kare Üç neden - Olimpiyatlar neden İstanbul'da olmasın?

Fotoğraf: Özlem Ekenler
Kapı önü olimpiyatları! Bizde bilet yok, bu ekranlar arada bizi olimpiyat havasına sokuyor

1. Bu gördüğünüz yer halka açık bir park. Olimpiyat köyüne uzaklığı toplu taşımayla yaklaşık yarım saat. Burada belirtilen toplu taşıma metro - hani trafik derdi olmayan toplu taşıma şekli. Olimpiyatlara bileti olmayanlar dahi yarışlardan uzak kalmasın diye şehrin her yerine ve genelde parklara böyle ekranlar kurdular. İstanbul'da park yeri bilen ?

2. Yine bu gördüğünüz karede herkesin elinde ya bira ya da şarap var. Halka açık park, bira, şarap vs. Hani Santral İstanbul'a ekran kursalar turistler ancak soğuk su içer.

3. Burada gördüğünüz kadın milletinin çoğu güzel memleketimde "yarı çıplak kadın" kategorisine alınarak yarışlardan çok izlenme rekoru kırabilir. Olimpiyatlara reklam verenler için gayet üzücü bir durum olabilir.

Benden söylemesi. 2020'ye bunlar değişir mi dersiniz ?

Yapraktan sanat eserleri

Lorenzo Duran'ın yaprakları



Ağustos 02, 2012

Taşı toprağı keyifli şehir - Edinburgh

Fotograf: Ozlem Ekenler

Braveheart'ı seyredenler şu cümleyi hatırlayacaktır.

I am William Wallace, and the rest of you will be spared. Go back to England and tell them... Scotland is free !

Bu filmi kaç kere seyrettiğimi unuttum. Her seferinde bir gaza gelir her seferinde sonunda çok üzülürüm. Geçen hafta William Wallace'ın memleketine gittik. Size anlatamam ne kadar güzel bir şehir Edinburgh. İskoçya bağımsız bir ülke olamadı. Malumunuz Birleşik Krallığı oluşturan 4 ülkeden biri. Kendine has dilleri, İngiltere'den farklı (birim olarak değil sadece tip olarak) paraları, kırmızı yanaklı, kızıl saçlı ve inanılmaz tatlı insanıyla ikinci kez ayak bastığım şehirde her günüm "ne güzel memleket burası" demekle geçti nerdeyse.

Fotograf: Ozlem Ekenler

İnanılmaz bir tarihi var İskoçya'nın. Sokaklarını olabildiğince korumuşlar ki gezinirken siz de tarihin içinde dolanın. Bizi en çok zorlayan şey havası oldu. Ama burada küçük bir not düşmeliyim. İlk Edinburgh ziyaretim Ağustos '99. Çok iyi hatırlıyorum ne bulduysam üstüme geçirmiş ve bir lahana moduna girip öyle dolaşabilmiştim şehiri ve ona rağmen çok üşümüştüm. Şimdilerde ise bir ceket kafi geliyor yabancı turiste. Global ısınmanın bu kadar kısa sürede bu kadar etkili olması çok korkutucu. Neyse biz gelelim şehire. Alışveriş kısmını geçen günlerde sizinle paylaştım. Yolunuz düşerse bahsi geçen mağazalara kesin uğrayın, pişman olmazsınız.

Çoğu zaman şehirde bütün yapılacakların listesini vermem, bunun için güzel şehir rehberleri var. Ama benim en çok beğendiklerimi mutlaka yazarım. Edinburgh kalesi bence Birleşik Krallık'ta ki en güzel kale. Biletinizi online alın ve sıra beklemeyin. Real Mary King's Close, kesin yapılması gereken aktivitelerden biri. Eski zamanlarda İskoçların nasıl ( -felaket) yaşadıklarını biraz teatral bir anlatımla görmek çok keyifli. Biletinizi önceden almanız gezgin tavsiyesidir. Eskiden nehir şimdilerde park olan Princes Street Gardens ve son olarak yaklaşık 1.5-2 saatlik bir eğlence için Camera Obscura kesin gidilmesi gereken yerler arasında. Bu arada Parlemento binası da görülmeye değer.

İktisat meraklıları Adam Smith'in mezarını ziyaret edebilirler.

Bir de çok alakasız olacak biliyorum ama etten başka birşey yiyelim derseniz Petit Paris çok güzel bir seçenek. İskoçya'da Fransız yemeği yenilir mi demeyin, valla yeniliyor :)

Bu arada son bir not, tatlı severler mutlaka "fudge" deneyin.

Fotograf: Ozlem Ekenler