Ekim 22, 2010

Mutlu olmak, daha çok mutlu olmak, öğrenilmiş çaresizlik ve sonrası

Hazır “Ye, Dua Et, Sev” vizyonlara girmişken konu ile ilgili yazmak istedim. Elizabeth Gilbert’in kitabını Gretchen Rubin’in “Mutluluk Projesi” ile aynı zamanda okudum. Biri hayatında çok radikal bir değişiklik yaparak bir yılını İtalya, Hindistan ve Bali’de geçiren ve bir bakıma kendi hayatından bir süre kaçarak mutluluğu bulmuş; diğeri ise kocası, çocukları ve işini bırakmadan maksimum mutluluğu nasıl yakalayacağını oturup düşünmüş ve bunun üzerinde bir yıllık bir plan yapmış iki kadın. İkisinede hayran olmamak mümkün değil. Günlük koşuşturmalarımızdan sıkıldığımız an “çekip gideceğim buralardan” demeyenimiz var mıdır? Ne güzel olur biraz uzaklaşmak, kendimizle vakit geçirmek, sorumluluklarımızdan uzak olmak. Ama kaçımız bunu yapabiliyor ? Çok azımız... Onun yerine hiçbir şeyi değiştirmeden gün içinde sızlanıp duruyoruz. Gilbert, hayatının en cesur adımını atmış ve işe yaramış ama hepimiz hayatımızı bırakıp bir yıllığına bir maceraya atılacak lükse sahip değiliz. Evliyiz, çocuklarımız var, işimiz var, ailemiz, arkadaşlarımız vs. Aynen bu durumda olan Gretchen Rubin “mutluyum ama daha çok mutlu olmak istiyorum” demiş ve bir mutluluk projesi yaratmış. Bir yıllık proje ve her ay farklı birşeye konsantre oluyor. Daha çok iletişim kur, dırdır etmeyi bırak, doğru kavga et, yardım iste... Hayatını değiştirmeden hayatını daha kaliteli yapmaya adanmış bir yıl. Size de çok cazip gelmiyor mu ?

Mutluluk biraz gayret biraz emek gerektiriyor. Bu aralar elimde Jorge Bucay’ın “ Bırak Sana Anlatayım” kitabı var ve ilk bölümünde anlatılan hikaye öğrenilmiş çaresizliğin en güzel örneklerinden biri. Psikolojiye merakı olanlar daha önce duymuştur öğrenilmiş çaresizliğin ne olduğunu. Öğrenilmiş çaresizlik bir nevi kabullenme durumudur. Elinizden birşey gelmeyeceğini bilme ve bunu kabullenme... Bunun en güzel örneği meşhur pirelerdir. Bir kavanozun içine 10larca pire konur ve kapağı kapatılır. Pireler kavanozdan çıkmak için zıplar, her seferinde kavanozun kapağına çarparlar ve giderek zıplama menzilini düşürürler. Ondan sonra kavanozun kapağı açılır, pireler artık kavanozdan kurtulma ümidini yitirdiklerinden zıplamazlar bile... Jorge Bucay’da sirklerdeki fillerden bahseder. Bir zincirle yere çivilenmiş minicik tahta bir kazıktan neden kaçmaya çalışmadıklarını hayretle karşılayan bir çocuğun hikayesini anlatır. O zavallı fil küçükken bağlandığı zinciri kıramadığı için durumu kabullenir ve kırabileceği zaman kendi gücünü farkına varmaz bile. Bana hep çok acıklı gelmiştir bu pire hikayesi, sirkteki fillerde üstüne tuz biber oldu.

Bu aralar çevremde birçok kişinin sıkıntı yaşadığını biliyorum. “Yapamıyorum” demenin bizlere bir faydası yok. O yüzden denemeye devam... Hayat çok güzel... Mutlu olmak için gitmeniz gerekiyorsa gidin, kalmanız ve çabalamanız gerekiyorsa kalın ve çabalayın. Ama sakın yapamıyorum demeyin... Çünkü herşey bizim elimizde, bize öğretilmiş çaresizliği bir kenara bırakın ve bir adım atın. En azından ben öyle yapacağım...

Sevgiler

Fotoğraf : Paris 2010, Özlem Üçüncüoğlu
Life is Wonderful

2 yorum: